28 Ağustos 2014 Perşembe

Tufan ve İştar'ın Gözyaşları

 
                                                               İnanna-İştar  (Sumer Tanricasi)

Sippar’daki uzay aracının kalkışı için tüm hazırlıklar tamamlanmıştı. Bekleme salonundakiler araca binmeye başlamışlardı. Herkesin yüzünde, böyle çaresizce kaçışın yaratmış olduğu hüznün görüntüsü vardı. Herkes üzgündü, kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Sippar’dan kalkan ilk araç gökyüzünde çoktan kaybolmuştu.
Tüm yıldızların seyir zevki verdiği bulutsuz gecenin o son v...akitlerinde Samaş usulca yanına geldi ve artık gitmeliyiz dedi. Şöyle bir göz ucuyla araca baktı, herkes araca binmişti. Sonra bir kez daha Sippar’a doğru baktı. Gözünden iki damla yaş geldi. Ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Kolay ağlamazdı normal yaşantısında da ama bu tarifsiz bir acıydı. Ne yapacağını, ne düşüneceğini bilmiyordu. Daha kötüsü hiç bu kadar çaresiz kalmamıştı. Emirlere karşı gelse, herkesi uyarsa ne olacaktı ki? Kimseyi kurtaracak gücü yoktu. Böyle bir günde kimseye bir faydası olamazdı. Ama kaçmayıp kalabilirdi. Buna da diğerleri izin vermezdi. Ailesi izin vermezdi. Bu kaçıştan başka şansı yoktu. O iki damla yaş akarken Samaş son kez artık ayrılmalıyız dedi.
Araca binerken gökyüzüne son bir kez baktı, sonra da Sippar’a baktı. Sippar'ın insanları mışıl mışıl uyuyordu. Birazdan güneş doğacaktı. En sevdiği şeylerden biri Uruk’taki balkonundan güneşin doğuşunu izlemekti. Bunlar hızlıca belleğinden geçerken kapıların kapandığını gördü. İçerideki herkes bir köşede oturuyordu. Çoğu sessizce oturuyor, bazıları konuşuyor, bazıları ağlıyordu. En belirgini Ninti’ydi ağlayanların. Ninti her zaman daha duygusaldı. Ama bu defa onun duygusallığına kızamadı. Çünkü dünyanın en sert ve en güçlü kadını olarak nam salmış olmasına rağmen kendininde Ninti’den bir farkı yoktu şu anda. İçi yanıyordu ama diğerleri gibi belli etmek istemiyordu. Araç kalkışa henüz başlamıştı ki büyük bir patlama duyuldu. Bu gök gürültüsü öylesine ürkütücüydü ki, herkes korkudan ne yapacağını şaşırmıştı. Bu gök gürültüsüyle bazıları kendini camların kenarına attı. Bazıları da yere oturup ağlamaya başladı. İştar görmek istiyordu. Cama yaklaştı ve yıkımı gördü. Kapkara bulutlar heryeri sarmıştı. Yıldırımlar, şimşekler ürkütücü bir tablo oluşturuyordu. Bu fırtına güneyden Sippar’a doğru ilerliyordu. Oysa ki az önce Sippar’dan bulutsuz gökyüzünü izlemişti. Sonra kendi şehri Uruk’u ve orada yaşayan insanları düşündü. Şu anda herkes mışıl mışıl uyuyordur diye düşünürken kendini tutamadı ve ağlamaya başladı. Onun ağladığını gören Ninhursag geldi ve omuzundan tuttu. Sonra uzun uzun sarıldılar. İştar ağlayarak böyle olmamalıydı dedi. Ninhursag’da onunla birlikte ağlamaya başladı. İnsanlar için yapabileceğimiz hiçbir şey yok derken gözlerinden yaşlar fışkırıyordu. O sırada Samaş’ın anonsu duyuldu. Şu anda Hint Okyanusunda kuzeye doğru ilerleyen yaklaşık 20 metrelik bir tsunami bulunmakta ve Ur’a varış süresi 20 dk.
Bu anonsla birlikte herkes ağlamaya başladı. Araç yörüngeye çıktığında pencereden aşağıdaki fırtınanın boyutu fark ediliyordu, bununla birlikte diğer araçta görülüyordu. Yıkımdan kaçan iki araç…
Samaş’ın ikinci anonsu geldi. Dev Tsunami Ur’a ulaştı ve hız kesmedi. Mezopotomyanın içlerine kadar gidecektir bu dalga ancak arkasından tespit ettiğimiz çok daha büyük tsunamiler yolda… Dünyanın hemen hemen her yerinde tsunamiler karalara ulaşmıştı. Ardı arkası kesilmiyordu tsunamilerin ve dev kasırgalar buna eşlik ediyordu. Bunun adı artık fırtına ya da tsunami olamazdı. Bunun adı TUFAN’dı.
Samaş şimdiki Mezopotomya’nın tamamının sular altında kaldığı anonsunu yaptığı sırada İştar kendini tutamadı ve avazının çıktığı kadar bağırdı yukarı doğru bakarak: EY HAT!!! ESKİ GÜNLER KİLE DÖNDÜ!!!
Herkes ağlamaya başladı. İstinasız herkes dünyada bıraktıkları dostları için ağlıyordu. Bu sırada Ninhursag’ın ağıtları işitildi: GÖKLERE YÜKSELEREK, EFENDİ ANU’NUN GİDİLMESİNİ EMRETTİĞİ ADAKLAR EVİNDE İNSANLARIMI BIRAKIP NASIL OTURA BİLİRİM?
Ama kendilerine verilen emirler netti. Tüm aile gökyüzüne çıkacak hiçbir insan araca alınmayacaktı. Buna hepsi itiraz etmişti belki ama ellerinden gelen bir şey yoktu. On ikiler Meclisi oy birliğiyle bu kararı almış ve herkese yemin ettirmişti. Tufan’ın vaktini teknolojik aletleriyle bilenler, insanlardan bu sırrı saklayacaklardı. Yalnız bir kişi karşı çıkmıştı bu meclise. Enki bana yemin ettiremezsiniz demiş ama baskı karşısında sonunda o da yemin etmek zorunda kalmıştı. Enki zaten Meclis’in en zayıf halkasıydı. Birçok kere oy birliğiyle alınmış kararlara karşı çıkmıştı. Burada da herkes Enki’ye kuşkuyla yaklaşıyordu ama o bir prensti ve onu takip etmeyi kimse öneremiyordu. İştar’da On ikiler meclisine girmek için çok çaba sarfetmişti. Ama girseydi ne olacaktı ki bu aşamada iki oy insanlığı kurtaramazdı. Enki ile uzun uzun sohbetler etmiş çözüm aramışlardı. Meclise başka kararlar aldırmak için ellerinden geleni yapmışlardı. Meclis ise bu çabalar sonucunda Anu’yu konseye göndermişti. Anu başka bir çözüm aramak için gittiği konseyden çok net bir emirle geri dönmüştü: Derhal gökyüzüne çıkın, insanlardan bu sırrı saklayın. Tufan bitene kadar yörünge de kalın.
Tufan gerçekleşmişti. Sular yeryüzünün tamamına yakınını kaplamıştı. Tek bir canlı sağ çıkamazdı bu tufandan.
İştar ve ailesi aylarca bu iki araç içinde sıkışıp kalmıştı. Günlük yaşamın sorunlarından Tufan’ın vermiş olduğu hüzün ortamı azalmıştı. Hüznü hiç azalmayan ise İştar’dı. Ona göre Dünya’da yaşam son bulmuştu ama yine de içindeki bir umut hiçbir zaman eksik olmuyordu. Belki bir şekilde birileri kurtulmuştur, belki de en yakın insan dostlarım yaşıyordur düşünceleri eksik olmuyordu.
Derken Samaş’tan bir anons geldi: "Sular çekilmeye başladı. Dünyada bazı kara parçaları görülmeye başladı." Bu herkes için güzel bir haberdi. Sular dağlardan aşağı doğru akmaya başlamıştı. İki araç arasında gidip geliniyordu. Aylarca nasıl geçerdi ki zaman aksi takdirde. Bu arada yiyecekler azalmıştı, birazcık yiyecekle günü geçirmek zorunda kalıyorlardı. Dünya’ya bir an evvel inilmesi gerekiyordu. Açlık ve yorgunluk herkesi sarmıştı. Birkaç ay sonra Samaş’tan bir anons daha geldi. Ağrı Dağı’nın tepeleri görülmeye başlandı. O güne kadar İştar’ın yanına hiç gelmeyen Enki geldi ve sana bir sürprizim var, ama ne olduğunu söylemeyeceğim dedi. İştar çok şaşırmıştı ama Enki’nin ağzından laf alamayacağını da biliyordu. Hiyerarşi çok netti. Enki bile yeminin bozamazdı am bu umutlarını biraz daha artırdı İştar’ın. Acaba birileri yaşıyor olabilir miydi?
Birkaç ay sonra Samaş’ın iniyoruz anonsu geldi. Ama sular tamamen çekilmemişti. Nereye inecekti araç? Samaş’ın bir anonsu daha geldi. Ağrı Dağına iniyoruz. Ağrı Dağı her zaman uzaydan gelenler için belirleyici bir etken olmuştu. İnişler, kalkışlar onu işaret alarak Mezopotomya’ya rahatlıkla yapılıyordu.
Ağrı Dağına araçlar yaklaştığında bir gemi görüldü. İki araçta hemen geminin yanına inişini gerçekleştirdi. Araçtan inenler toprağı elleyip etrafa bakarken prens Enlil ile Enki hızlı adımlarla gemiye yaklaşıyordu. En önde Enlil, arkasında oğlu Ninurta, onunda arkasında Enki gidiyordu. Gemiye vardığında Kral Ziusudra ile karşılaştı. Enlil şiddetlendi. Bu nasıl olabilirdi? Ninurta geriye dönerek Enki’yi işaret etti. Yine yeminini bozdu. İnsanlara sırrı açıkladı. Enki tarihi savunmasını yaparken İştar büyük bir mutluluk yaşıyordu. Bu arada Ziusudra pişmiş etleri ikram ederken Enlil’de yumuşamaya başlamıştı.
 
                                          ( Sumer Tabletlerinde Enki ve Ziusudra gorusmesi.)

Enki aslında sözünü tutmuştu. Hiçbir insana sırrı açıklamamıştı ama bir duvara açıklamıştı. Ziusudra’yı tapınağına davet etmiş, bir duvarın arkasında durmasını istemişti. O duvara sırrı açıklamış ve bir gemi yapılmasını istemişti. Geminin tüm ayrıntılarını bir bir vermiş sonra da koordinatlarını vermişti. Gemiyi yedi gün içinde bitirmesi gerektiğini de eklemişti. Sonra tanıdığı herkesi gemiye almasını, alabileceği kadarda hayvan ve bitki almasını istemişti. İşaret gelene kadar gemiye kendisinin girmemesini söylemişti. İşaret ise Sippar’daki uzay araçlarının ateşleme sesiydi. Bu sesi duyan Ziusudra gemiye girmiş ve kapıları mühürlemişti. Sonra da Enki’nin tavsiyesi üzerine gemiye alınan Puzur-Amurri’ye devretmişti dümeni. Hem Enki yeminini bozmamıştı hem de insanlardan bazıları da kendilerine verilen planları çok iyi uygulayarak kendilerini kurtarmıştı.
İştar, Enki’nin hem itiraf hem de savunmayı barındıran ünlü konuşmasını sonuna kadar dinlemiş sonra da yanına gidip sarılmıştı ona. İştar sürprizi için Enki’ye minnet borçlu olduğunu söylerken, günümüzden 13 bin yıl önceki yaşanan bu olayda tarihte görülen en büyük tufanlardan biri olarak yerini alıyordu.
 
 
Sırlar Odasından Alıntı

0 yorum:

Yorum Gönder