Atlantisliler, bilimde ve teknolojide ileri bir
düzeye varmışlardı. Denizaltı, uçak ve uzay taşıtları yapabilmişlerdi.
Atlantis Yunanca "Atlas'ın adası", Platon'un Timaeus ve Critias
kitaplarında bahsettiği efsanevi batık bir kıta ve uygarlıktır.
Yeryüzünde insanın ilk ortaya çıktığı kıta olmamakla birlikte, ileri
uygarlıklara bugünkü birçok kıtadan daha önce ev sahipliği yapmış,
"tufan" sembolik adıyla belirtilen birçok "doğal afetler
dönemi" yaşamış olmasına karşın, beş-altı devre boyunca varlığını
sürdürmüştür.
Dünya gezegeninde ilk insan bedenleri
bugünkü gibi katı değildi ve üreme, bilinen cinsel organlarla sağlanmıyordu. Bu
varlıklar, insan biçimine sahip olmakla birlikte gelişim düzeyleri bakımından
insan düzeyinde değillerdi. Güneşi henüz görmemişlerdi, çünkü gökyüzü, Güneş
ışınlarının, yaşadıkları ortama ulaşmasını büyük ölçüde engelleyecek derecede
yoğun bulutlarla kaplıydı. Güneş ışınlarına doğrudan maruz kalmamakla birlikte
sağlıklıydılar ve Dünya gezegeninin o dönemdeki etherik koşulları uygun
olduğundan durugörü, telapati gibi psişik yetenekleri rahatlıkla
kullanabiliyorlardı. Deniz gri renkteydi. Anlaşılan anlamda insanların ortaya
çıkışı, yoğun bulutların dağılmasından ve kozmik ışınların yeryüzüne
ulaşmasından sonra gerçekleşmiştir.
Şuurlu ve kendi çabasıyla gelişecek insanoğlunun yeryüzünde belirme zamanı
geldiğinde, görünmez hiyerarşinin planı ve müdahalesiyle yeryüzünde ilk ırklar
(üç-beş ırk) bulutların dağılması döneminde ortaya çıkmışlardır. Fakat ilk
devreye özgü varlıklar (ki Edgar Cayce bunlara "otomatlar" adını
verir) ortadan kaybolmamışlar, katılaşarak insan ırklarının hizmetinde
yaşamlarını sürdürmüşlerdir
Ruhsal tekamül düzeyi bakımından hayvan-insan arası bir geçiş basamağı olarak
nitelendirilebilecek otomatlar, hayvanlardakine yakın bir otomatizma içerisinde
heyecan ve içgüdüleriyle hareket eden, mantıkları olmayan, benlikleri oluşmamış
yaratıklardı. Hissedebilmekle birlikte, efendileri ne derse muhakeme edemeden
yerine getirirlerdi.
Bulutların dağılması ve yeryüzünün kozmik ışınlara maruz kalmasıyla, Dünya
maddesinin vibrasyonel yapısında da birtakım değişiklikler meydana gelmişti. O
dönemlerde 600-700 yıl normal yaşam süresiydi, 1000 yıl yaşayanlar da vardı.
Kimi ırklar dev yapılı olup, boyları 3-4 metreyi buluyordu. Yeryüzünde uyumlu
bir yaşam vardı. Dünya insanı gerekli koşullara sahip duruma geldiğinde kozmik
bir kültür ya da öğretiyle tanıştı: Sirius Öğretisi.
Öğretinin
indirildiği devrede bir "Sirius kültürü temsilcisi" dışında, devre
boyunca, Sirius öğretisi bir gezegenden (kimilerine göre Venüs'ten) gelen
"öğretmenlerce" öğretilmeye çalışıldı. İnsanlığın ilk dini
denilebilecek bu öğretinin Atlantisli rahiplerine ve izleyicilerine Edgar Cayce
"Bir'in Yasası Oğulları" der. Aynı öğretinin Mu'lu rahiplerine ise
"Naakaller" adı verilirdi.
Yeryüzünün kimi bölgeleri Aden Cenneti'nden farksızdı. Kentlerin kralları aynı
zamanda rahiptiler ve Yukarı'dan (görünmez hiyerarşiden) aldıklarını aşağı
aktarırlardı. Fakat sonraki dönemlerde yaşanan maddi ve manevi dejenerasyon
yeryüzünü cennet olmaktan çıkaracaktı.
Bu dönemlerde Dünya'nın esir'i yapısı ve maddi koşulları uygun olduğundan
çağımızda bilinen psişik yeteneklerin birçoğu rahatlıkla kullanılabiliyordu.
Bir ceylanı, yalnızca onun hakkında kötü şeyler düşünmek, imajine etmek yoluyla
şoka sokmak mümkündü. Nitekim, bir zaman sonra Atlantis'te maji (büyü) ortaya
çıkacak ve çağımıza değin dünyanın yakasını bırakmayacaktı.
Altın Çağ'ın dan sonra bir teşevvüş dönemine giren Atlantis'te manevi
dejenerasyonun nedeni inançlarda farklılaşmaların olması, çoğunluğun iç yerine
dışa, maddeye dönük duygulara kendini kaptırması, maddi ya da genetik
dejenerasyonun nedeni ise hayvansı yaratıklarla birleşen insanlar yüzünden
melez soyların ortaya çıkmasıdır. Kimilerine göre, dejenere bedenlere de ancak
tekamül düzeyi geri, hayvanca duygular taşıyan varlıklar enkarne olur.
Cayce'in "satan oğulları" adını verdiği kara majisyenler (kara
büyücüler), günümüzde de rastlandığı gibi, ahlak anlayışından yoksun, vicdanı
gelişmemiş, tatmin peşinde koşan insanlardı.
Bunların
etkileriyle zamanla Atlantis halkı ikiye bölündü; bir kısım ak hiyerarşi
kralları, diğer kısım kara hiyerarşi taraftarıydı. Rudolf Steiner bir
anlatımında, "İlah krallar dinindekiler ibadet edip ilhamla beslenirken,
kara majisyenlerin kralları halklarını kara boğa kanıyla vaftiz ediyordu"
der.
Spiritüel yasaları maddi kazanç sağlamak uğrunda kullanan Satan Oğulları,
Bir'in Yasası tarafındaki kızlara da dünya zevklerinin olabildiğince tadını
çıkartma eğilimini aşıladılar. Fakat, Cayce'e göre iki tarafın arasının
açılmasının en önemli nedeni otomatlardı. Ruhsal tekamül hedefleri
"benliklerinin oluşabilmesi" olan otomatların birer köle gibi her
türlü amaçla kullanılmasına Bir'in Yasası Oğulları karşı çıkmaktaydı. Ancak,
iki taraf arasındaki, kıtanın batmasıyla sonuçlanacak bu çatışma, henüz sıcak
savaşa dönüşmemişti.
Atlantisliler,
bilimde ve teknolojide ileri bir düzeye varmışlardı. Denizaltı, uçak ve uzay
taşıtları yapabilmişlerdi. Bunları, "ateş taşı" denilen kristallerin
bulunduğu, nükleer santralleri andıran enerji istasyonlarından çıkan ışınlar ya
da vibrasyonlar aracılığıyla uzaktan kumanda ile kontrol edebiliyorlardı .
Bu dönemde insanların yaşadıkları topraklar, hayvanların istila tehdidiyle
karşı karşıya bulunuyordu. Satan Oğulları, hayvanlara karşı patlayıcılar icat
ederek yıkıcı güçleri kullanmaya başladılar. Daha sonra bu güçleri insanlara
karşı da kullanmaya ve insan kurban etmeye başladılar. Sonunda yerkürenin
içinden, Güneş ve yıldızlardan elde ettikleri güçleri de yıkıcı güçlere
dönüştürerek kullandılar. Fakat yıkıcı güçlerin kullanımı, birtakım elektriksel
güçleri içeren doğal kaynakları etkileyerek volkanik püskürmelere yol açtı ve
Atlantis'in küçük bir kısmının batmasına, kalan büyük kısmın da beş kara
parçası halinde bölünmesine neden oldu.
Cayce'e
göre İÖ 50.000 yıllarında "ölüm ışını" denilen bir ışının kuşlar ve
dev kara hayvanları üzerinde kullanılıp kullanılmaması üzerine toplantılar
yapıldığı sıralarda Dünya ekseni ve kutuplar yer değiştirmiş, dağların ilk
yükselme hareketleri olmuş ve dev kara hayvanları iklim koşullarının
değişmesiyle kendiliğinden yok olmuşlardı. Atlantis'ten ilk göçler bu döneme
rastlar.
İkinci yükselme hareketleri ise İÖ 28.000 yıllarında, ikinci volkanik
püskürmeler döneminde olmuş ve dev kara hayvanları iklim koşullarının
değişmesiyle kendiliğinden yok olmuşlardır. Bir'in Yasası Oğulları ile Satan
Oğulları arasında en şiddetli çarpışmalar Atlantis tümüyle batmadan önceki son
devrede yaşanmıştır. Bir'in Yasası Oğulları'nın çeşitli psişik güçlerle
donanmış olmalarına karşılık, Satan Oğulları'nın elinde atomik güçler
bulunuyordu.
Sonunda, Bir'in Yasası Oğulları, Atlantis'i bekleyen nihai felaket hakkında
prekognisyon yetenekleriyle önceden haberdar edildiklerinden kıtayı terk
ettiler ve kıta, tümüyle, yaklaşık 12 bin yıl önce battı. Atlantis'ten her
kıtaya göçler olmuşsa da, başlıca göçler Mısır, Gobi, Anadolu ve Amerika
bölgelerine yapılmıştır.
Mısır Piramitleri Atlantis'in batmasından çok kısa süre önce Mısır'a göç eden
Atlantislilerin eseridir. Bilindiği kadarıyla, Atlantisliler, bilimleriyle
ilgili kayıtları yeryüzünde üç bölgeye saklamışlardır. Kehanetlere göre bu
kayıtlar yakın bir tarihte keşfedilecektir. Kimi araştırmacılara göre Kuran-ı
Kerim'de "Ad Kavmi" olarak sözü edilen kavim, Atlantisliler dir.
(Tara Gurses'ten alıntı) Sevgiler
Aasma
Farkli Kaynaktan; Buzul Cagi Gercegi
R. F.walworth ve G.W. Sjostrom'e göre son buzul çağında
su seviyesinin düşük olması Atlantis'in varlığı için yeterli bir sebeptir. Bu
iki araştırmacının geniş bir araştırmaya dayanan tezlerine göre, periyodik
olarak peşpeşe gelen volkanik patlamalar dünyanın geçmişinde uzun buzul caglari yaratmıştır. Bazı jeolojik izlere göre buzlar bütün kıtaları kaplamıştır, su
seviyeleri inip yükselmiştir. Halen güncelliğini koruyan ve Donelly tarafından
ortaya atılan bir teze göre, Atlantis'in batmasıyla, daha önce onun yüksek
dağları tarafından engellenen sıcak Gulf Stream
akıntısı Kuzey Avrupa'ya ulaşarak buzların erimesine yol
açmıştı. Halen yolunda devam eden bu sıcak akıntı Avrupa'nın
ısısını bulunduğu enleme rağmen ılımlı tutmaktadır. Oysa, aynı enlemde bulunan Rusya'daki şehirler çok
daha soğuk iklimlere sahiptir.
Kuzey Sibirya'da buzlar
altında on binlerce donmuş mamut cesetleri vardır. Geçen yüzyıl sonlarında bu mamutlardan
en az 20.000 kadar çok iyi durumda fıldışı
çıkartılarak piyasaya sürüldüğü kaydedildi. Bu mamutların toplu bir felakete
uğradıkları ortadadır. Ani bir donmadan ölen bu mamutlardan bazılarının
midelerinde halen yemekte oldukları otlar bulunduğu görülmüştür.Karbon 14 testleri onların yaklaşık 12,000
yıl önce öldüklerini gösteriyor.Aşırı soğukların olduğu Sibirya mamutlar gibi
sıcakkanlı hayvanların yaşayabileceği uygun bir yer değildir. Bu durum Sibirya
gibi şimdi çok soğuk olan bölgelerin bir zamanlar ılıman bir iklime sahip
olduğuna işaret etmektedir. Bununla ilgili başka kanıtlar da bulunmuştur. Bütün
bunlar ani bir iklim değişikliğinin olduğunu göstermektedir. Profesör Frank.C Hibben'e göre son
buz çağının sonuna gelen bu devrede, sadece Kuzey Amerika'da
40 milyon hayvan ölmüştü. Amerika'da Niagara çağlayanlarının 12.500 yıl önce meydana
geldiği hesaplanmıştır. Cordilleras Daglari yaklaşık 10,000 yıl önce meydana geldiler. Karbon 14 testlerine göre, şu anda Bermuda civarlarında deniz altında olan geniş bir bölgede 11,000 yıl önce sedir
ormanları vardı. Bu bölgede yapılan araştırmalarda, Küba yakınlarında denizin
180 metre altında binlerce yıllık antik batık bir şehir bulundu. 1986 yılında
Japonya'da (Okinawa) Yonaguni Jima adası yakınında, denizin 25 metre altında
Yonaguni Monument olarak adlandırılan antik batık bir yapı bulunmuştur.Aynı
şekilde İngiltere’ye yakın Kuzey Denizi,İrlanda
ve Grönland yakınlarında, deniz diplerinde binlerce yıl önce denizin dibini boylamış
ormanlar görülür. Olayların çoğu Atlantis'in batış tarihine uymaktadır.
Alıntı