25 Şubat 2015 Çarşamba

UYANIN ARTIK!



Evrende milyarlarca gezegende hayat var ama bir grup insan Dunya uzerindeki saltanatini kaybetmemek icin bunu bizden gizliyor ve odedigimiz vergilerle silahlar uretip, o silahlarla bizi yok ederek guclerine guc katiyorlar. Bize uzayla, Ay ve gezegenlerle ilgili sahte resimler gostererek, evrende yalniz oldugumuza inandirmaya calisiyorlar.

On binlerce yildir baska gezegenlerden gelen pozitif ve negatif guclu varliklar, insan irkini ziyaret etmis ve ilkel insanlar tarafindan tanrilar veya melekler diye tanimlanmistir. Dogon kabilesinin tanrilariyla ilgili anlattiklari, buna en guzel ornektir. Su anda yeryuzundeki hakimiyet karanlik guclerin elindedir. Bu gucler, bir grup insan uzerinden tum dunyada teror estirmektedir. Bizler bu cetenin kontrolunde yasamaya calisan koleleriz. Bizi bu karanliktan kurtarmak isteyen kardeslerimiz diger gezegenlerden binlerce yildir bizim icin cirpiniyorlar ve savasiyorlar. Bize rehberlik etmek icin Dunya'ya geliyorlar, aramizda yasayip bizi egitmeye ve uyandirmaya calisiyorlar. Onlar aslinda bize uzayli diye tanitilan kardeslerimizdir. Onlar burda, bizimle birlikteler ama bir ust boyutdalar. Fakat titresimleri cok yuksek oldugundan biz onlari goremiyoruz. Cunku titresimleri, bizimkinden daha yuksek olan varliklar bize gorunmez olurlar. Onlari ancak kendi titresimlerimizi yukselterek gorebiliriz. Ya da onlar kendi titresimlerini cok dusurerek bize gorunebilirler ki bu da onlara zarar verir. Cunku dusuk titresim evrendeki en kotu ve negatif enerjidir. Bu yuzden de bizim kendi titresimimizi yukseltmemiz en dogrusudur. Onlar da bizim gibi gorunuyorlar, boylari 2-3 metre ve mat beyaz isik seklindeler. Sevgi dolular. Bir cogumuz onlari meleklerimiz saniyor. Eger onlari gormek ve duymak istiyorsak; spirituel olmayi ogrenmemiz lazim. O zaman onlarin yani basimizda olduklarini hisseder ve seslerini duyabiliriz. Titresim hizimiz ne ise ona uygun varliklar goruruz. (Titresiminiz dusukse, negatif varliklari, yuksekse pozitif-iyi varliklari hissedersiniz.) Onlarin tek amaci mumkun oldugunca cok insani bu karanliktan kurtarmaktir. Kendilerini hissedebilecek titresim seviyesine ulasan insanlara hemen yardimci oluyorlar. Titresimi yuksek olmayanlarla ise ruya halindeyken temasa geciyorlar.


 12.000 yildan beri ozgurlugumuzu unuttuk. Dunyamizdaki negatif gucler, kendilerine bagli hukumetlerle zihinlerimizi kontrol ederek bizi bir ilizyonun icinde yasatiyorlar. Gercek benligimizi bulmamizi ve ozgurlugumuzu engelliyorlar. Teroru yaratarak, daha cok silah ve savas yapmaya olanak sagliyorlar. Uyusturucu, sigara ve alkolle bizi zehirliyorlar. Uretilen viruslerle bizleri hasta edip nufusumuzu kontrol ediyorlar. Bu karanlik ruyadan uyanmak istiyorsak; televizyonu, medyayi, bilgisayar oyunlarini ve bilinc altimiza etki edecek her turlu teknolojiyi hayatimizdan cikarmamiz lazim. Dogal hayata, dogal beslenmeye, bahce islerine, hayvan beslemeye yonlenmemiz lazim. Sehirlerden kacip, terkedilen koylerimize, dagimiza, tasimiza ve topragimiza yani ozumuze donmemiz lazim. Cocuklarimizin okullarda, hukumetlerin dusunce sistemine gore birer robot gibi tek tip yetistirilmesine karsi cikmamiz lazim. Evden egitim (Home School) yasasinin cikarilmasi icin cabalamamiz lazim. Boylece isteyen bilincli anne ve babalar belge alarak, evde kendi cocuklarini kendileri yetistirebilirler.


Dunya tarihi orta cag doneminden beri yok edilerek, degistirilerek insanlara yanlis ogretilmistir. Gunumuzde hukumetler tarafindan okullarda ogretilen tum tarih bilgileri yanlistir. Dunyayi yoneten karanlik gucler; bilgiyi, ilmi ve teknolojiyi halktan gizleyerek sadece kendileri kullanmakta ve gelecegimizi belirlemektedir. Bizler, bize sunulanla yetinmek zorunda kaliyoruz. Oysa ozgur olup, kendi gelecegimizi bir kendimiz belirleyebilsek...

Toplumlar hizla bir ahlaki cokuse dogru ilerliyor. Ozellikle musluman toplumlar uzerinde buyuk oyunlar oynaniyor. Sadece musluman ulkelerde ortaya cikan ve sadece musluman oldurmeye odaklanan, tum teror orgutleri ayni gizli guc tarafindan uretiliyor. Zihin kontrolu metoduyla yetistirilen gencler birer olum makinesine donusturuluyor. Muslumanlar birbirine kirdirtilarak nufus kontrolu amaclaniyor. Gorunuse gore islamiyet bilincli olarak radikallestirilip, barbarlastirilarak gozden dusurulup, tamamen terorlestirilecek ve bu teror bahane edilerek, muslumanlar yok edilecek. Bunu yaparken de o toplumlarin icinden gelmis, ozel hazirlanmis cok dindar gorunumlu liderler ve insanlar seciliyor. Cunku boyle liderler suphe uyandirmazlar, dini kullanarak toplumlari istedikleri yonde ilerletebilirler. Bu sebeple bu gozden dusurmeyi ozunde siyonist ama musluman gorunumlu sahte dindarlara yaptirmak lazimdi. Su anda bu plan Iran ve Suriye disinda tum musluman ulkelerde uygunaliyor. Bu iki ulkenin de ayni kivama getirilmesi yakindir. Cunku bu karanlik cetenin sakasi yok ve bir iki yil icinde ne kadar ciddi olduklarini gostereceklerdir.

Kimse bu ceteyi bosuna suclamasin. Oyunlara gelmeyip, birlik olan, aklini kullanip; kitabini ondan bundan dinleyerek degil de, anladigi dilde okuyarak ogrenen bir toplum, kimsenin piyonu olamaz.

Sevmek ve birlik olmak icin gec degil. Hala birseyleri degistirebiliriz. Lutfen UYANIN artik!

Sevgiler!
Aasmaestefan@gmail.com

20 Şubat 2015 Cuma

Hoerbiger’in Gezegenler Teorisi ve Tiahuanaco Gizemi

Hoerbiger'e göre, günümüzdeki Ay, Dünya'nın dördüncü uydusudur. Tarih boyunca üç Ay daha vardır. Bunlar sırasıyla Dünya'ya düşmüşlerdir. Ama bu seferki, öncekilerinden çok daha büyük olduğu için çok daha büyük felaketlere yol açacaktır. Dünya'da dört büyük jeolojik dönem yaşanmıştır. Çünkü geçmişte dört uydu vardı. Bugün dördüncü zamandayız. Bir Ay Dünya'ya düştüğünde ilk parçalanmadan oluşan halka Dünya'ya düşüp, yer kabuğunu örter. Bu da her şeyi fosilleştirir. Normal dönemlerde gömülen organizmalar fosilleşemezler, sadece çürürler. Ancak bir Ay'ın düştüğü zamanlarda fosilleşme olabilir. İşte bu yüzden jeolojik zamanları ayırt edebiliriz. Bir uydu yaklaştığı zaman birkaç bin yıl boyunca Dünya'ya çok yakı bir yörüngede olur ve yerçekimi çok azalır. Yaratıkların büyüklüğünü belirleyen şey çekim gücüdür. Bu yüzden, uydunun yakın olduğu dönemler, devleşme dönemleridir. Birinci jeolojik dönemde büyük bitkiler ve böcekler, ikinci dönemin sonunda dinozorlar oluşmuştur. Ani değişimler olmamaktadır, çünkü kozmik ışınlar çok güçlüdür. Daha sonra ise dev insanlar oluşur. Tevrat'ın Tekvin bölümü devlerin 900 yıl yaşadıklarını anlatır. Bunun sebebi, ağırlığın olmamasından dolayı organizmanın geç yaşlanmasıdır. İkinci dönemin sonundaki felaketten ancak birkaç tür hayatta kalır ve bunlar giderek küçülürler. Üçüncü zaman Ay'ı yörüngeye girdiği zaman daha akıllı bize göre normal insanlar türerler. Gerçek atalarımız bunlardır. Bununla beraber atalarımızla beraber eski devler de hala yaşamaktaydılar. Atalarımıza uygarlığı öğretenler bunlar. Devler insanlara tarım, madencilik, sanat, bilim, metafizik bilgileri öğrettiler. Bu dönem Altın Çağ olarak bilinen dönemdir. Bu dönem çeşitli mitolojilerdeki devler ve tanrıları, Mezopotamya'nın dev krallıklarını açıklar.
Ve sonra üçüncü dönem Ay'ı da yaklaşır, çekime kapılan sular yükselir. İnsanlar ve devler en yüksek tepelere çekilirler ve bazı merkezler oluştururlar. Hoerbiger ve takipçileri buraları Atlantis olarak nitelendirirler. Hoerbiger'in İngiliz taraftarı Bellamy, Güney Amerika'da, And Dağları'nda 4000 metre yükseklikle, 700 kilometre uzunlukta bir bölgede deniz tortuları bulunur. Bunlardan da üçüncü zamanın sonunda ortaya kadar yükseldiği sonucu çıkartılır. O dönemin uygarlık merkezlerinden biri Bolivya'da bulunan Titicaca gölü yakınlarındaki Tiahuanaco'yu.




Bu kentin kalıntıları yüz binlerce yıl öncesinden kalmadır. Daha sonraki uygarlıkların hiç birine benzemez. Hoerbigercilere göre orada devlerin izleri açıkça bellidir. Yine Hoerbiger'in taraftarlarından olan Alman arkeolog Kiss, 1928 ile 1937 yılları arasında Tiahuanaco'da bir kapı incelemiştir.

                                                            Gunes Kapisi

Kapının en az 100.000 yıl öncesine ait olması gerekiyordu. 10 ton ağırlığındaki kapının süslemelerinin üçüncü zaman astronomları tarafından yapılmış bir takvim olduğu ileri sürülmektedir. Bu süslemelerde Ay'ın görünür ve gerçek hareketleri, Dünya'nın da dönüşü göz önüne alınarak işlenmiştir. Bundan çıkan sonuç ta Tiahuanaco'nun üçüncü zaman sonunda devler tarafından kurulan bir deniz uygarlığı olduğudur. Tiahuanaco, aynı tipteki beş merkezden biridir. Orada aynı zamanda da büyük bir liman ve rıhtım kalıntıları da bulunmuştur. Diğer merkezlerin Yeni Gine, Meksika, Habeşistan ve Tibet'te olduğu anlatılır. Devler, üçüncü Ay'ın da yörüngesinin daraldığını ve zamanı gelince düşeceğini biliyorlardı. Sular alçalacak ve beş büyük merkez ortada kalacaktı. Meksika'da Toltekler, Dünya'nın geçmişini, Hoerbiger'in görüşüne göre açıklayan yazıtlar bırakmışlardır. Günümüzden 150.000 yıl once devler de uygarlıklarını kaybederler. Yönettikleri insanlar eski vahşi hallerine dönerler. Hoerbiger, Dünya'nın 138.000 yıl boyunca Ay'sız kaldığını hesaplar. Ay'sız dönemlerde cüceler ve bazı önemsiz, küçük hayvanlar türer ve son kalan devler bir krallık kurarlar. Bu krallık 10' K ile 60' K enlemleri arasındaki bir düzlüğe yerleşir ve İkinci Atlantis kurulur. And Dağları'ndaki Atlantis ve çok sonra kurulan Kuzey Atlantik'teki ikinci Atlantis'tir ve Platon'un bahsettiği Atlantis ikinci Atlantis'tir. 12.000 yıl önce günümüzün Ay'ı, Dünya'nın yörüngesine girer. Yeni felaketler olur, denizler kabarır, Buzul Çağı başlar ve Atlantis batar. Bu da kutsal kitaplarda anlatılan Tufan ve kıyamet olayıdır.

                                 Tiahuanaco'da Bulunan Dev Heykelin Sirri 



Uzak geçmişimizle ilgili birçok teori olduğunu bir yazımda belirtmiştim. Bunlardan biri de "geçmişte, dünyamızı uzaylıların ziyaret ettiği, hatta gen mühendisliği teknolojisiyle insanı yarattığı, ya da gelişimini hızlandırdığı, ve insanların bu uzaylıları 'tanrı' kabul ettiği" şeklindeydi. İşte bu düşüncedeki yazarlardan biri olan Erich Von Daniken'in kitabından bir alıntı yapıyorum.. İddialarına katılmasanız da verdiği bilgileri ilginç bulacağınıza inanıyorum.. ..."Bir baska akıl almaz kalıntı da, Eski Tapınakta bulunan yedi buçuk metre boyundaki Büyük Put’tur. Tek parça kırmızı kum taşından yapılan put, yaklaşık olarak yirmi ton ağırlığındadır. Ancak asıl büyük şaşkınlık, putun üzerindeki yüzü aşkın sembolün kazılmasındaki ustalık ve düzgünlükle, saklandığı tapınağın ilkelliği arasındaki çelişkiden doğmaktadır. Aslında tapınağa ‘eski’ denmesinin nedeni, yapımında kullanılan ilkel tekniktir. H.S. Bellamy ve P. Allan, ‘The Great Idol of Tiahuanaco’ (Thiahuanaco’nun Büyük Putu) adlı kitaplarında putun üzerindeki sembollerin anlamlarını deliller göstererek açıklamışlardır. Varılan sonuçlar, temeli küre biçimli bir dünya olan çok büyük bir astronomi bilgisinin puta aktarıldıgını göstermektedir. Sembollerin belirttiği olaylar, Hoerbiger’in 1927′de, yani putun bulunmasından beş yıl önce, yayınlandığı ‘Gezegenler Teorisi’nde sözü edilen olayların aynısıdır. Gezegenler Teorisi’nde, bir gezegenin dünyamızın çekim alanına girdiği ve aradaki uzaklık azaldıkça, dünyanın dönüş hızının da azaldığı ileri sürülür. Teoriye göre, gezegen sonunda parçalanmıs ve ay oluşmuştur. Putun üzerindeki semboller, bir gezegenin 288 günlük bir yılda dünya çevresinde 425 tur yaptığını belirtir. Bu olağanüstü olay, Hoerbiger’in görüşünü doğrular görünmektedir. Beilamy ve Allan putta, uzayın 27.000 yıl önceki durumunun anlatıldığını belirtmekte ve «Puttaki yazılar ileriki kuşaklara olanları anlatacak bir kayıt izlenimini veriyor.» demektedirler. Yüksek değeri olan bu antik esere ‘eski bir tanrı heykeli’ deyip geçemeyiz. Üzerindeki sembollerin anlamları kesin olarak açıklandığı için karşımıza şöyle bir soru çıkar: «Bu astronomi bilgisini, yapı sanatında bile pek geri olan ilkel insanlar mı bir araya getirmişti, yoksa bu bilgi dünya-dışı bir kaynaktan mı gelmişti?» Hangisini kabul edersek edelim, gerek putun, gerekse takvimin üzerinde böylesine karmaşık bir bilgi kütlesinin bulunması, tüyler ürperticidir.
 Tiahuanaco’daki sırlar bunlarla da bitmiyor. Şehir, yerleşme bölgelerinden kilometrelerce uzağa ve 4.000 metre yükseğe kurulmuş, ulaşmak için Cuzco’dan (Peru) yola çıkmak, günlerce demiryolu ve kayıkla yol almak gerekiyor. Şehrin bulunduğu yüksek plato, bilinmeyen bir gezegenin yüzeyini andırıyor. Atmosfer basıncının deniz düzeyindekilerden yarı yarıya az oluşu ve oksijenin de aynı oranda düşük bulunması, insan gücü gerektiren işleri bir işkence haline getiriyor. Ama yerleşmenin kalıntıları bütün bu engellerle alay eder gibi göğe yükseliyor. Elimizde Tiahuanaco ile ilgili gerçek olduğu bilinen bir gelenek yoktur. Bu da bilginlerin, kalıtım yoluyla günümüze gelen tam ve doğru öğretilerine dayanarak, şehrin sakladığı sırları çözmesini engeller. Kalıntıların üzerine, geçmişin esrarengizliği, karanlığı ve bizim bilgisizliğimiz sis gibi çökmüştür...."
                   Bu yerlerde insanlik icin cok onemli bilgiler mevcut. Gezilip gorulmelidir.

 Derleme
Kaynaklar:
http://www.viewzone.com/tia.html
http://www.ancient-wisdom.co.uk/Boliviatiahuanaco.htm
http://gizliilimler.tr.gg/
http://ercan-bas.blogcu.com/tiahuanaco-nun-buyuk-putu/8913769
Aasmaestefan@gmail.com

Dogon Kabilesi ve Sirius Baglantilari

Batı Afrika'da Mali Cumhuriyeti'nde yaşayan Dogon halkı, Sirius yıldızının dönüşü hakkında çok ilginç bir mitolojik inanca sahiptir. Günümüzde Mali Cumhuriyeti'nde birkaç yüz bin Dogon yaşamaktadır ve bu kabile halkı üzerinde antropologlar, 1930 yılından beri yoğun incelemeler yapmaktadırlar. Dogonların bazı mitolojik esasları, Eski Mısır uygarlığına ait hikâyeleri anımsatmaktadır. Bu nedenle de bazı antropologlar, Dogon kültürü ile Eski Mısır uygarlığı arasında bir bağlantı olduğu kanısındadırlar.


Sirius yıldızı, eski çağ toplumlarına kesinlikle yabancı olmayan bir yıldızdır. Eski uygarlıklar tarafından bilinen ve tapınılan gökteki parlak yıldızlardan birisidir (Parlak olmasının nedeni, bize olan uzaklığının 8.6 ışık yılı -yani en yakın yıldızlardan birisi- olmasıdır.) Eski Mısır üzerinde şafak vakti ortaya çıkması, meydana gelmesi olası Nil taşkınlarının habercisiydi.

Fransız antropologları Marcel Griaule ve Germaine Dieterlen, 1946-50 yılları arasında Dogonlar'la birlikte yaşadıktan sonra, dört başrahipten aldıkları astronomik bilgileri Bir Sudanlı Sirius Sistemi adlı makalede toplamışlardı. Bu makaleyi değerlendiren ve büyük önem veren İngiliz yazarı Robert Temple, yazdığı Sirius Gizemi adlı kitabında ilginç iddialar ortaya atmıştır.

 
Bilim öncesi çağ yaşayan toplumların tersine, Dogonlar gezegenlerin (tıpkı yerküresi gibi) kendi eksenleri çevresinde döndüklerine aynı anda da Güneş çevresinde döndüklerine inanmaktadırlar. Ayrıca Dogon halkı, Jupiter'in dört tane uydusu olduğuna ve Satürn'ün çevresinde yüzük biçiminde bir halka bulunduğuna da inanmaktadırlar. Hatta daha ötesi; Dogonlar Sirius yörüngesinde 50 yılda bir devrini tamamlayarak dönen karanlık ve görünmeyen eş bir yıldızın var olduğunu ileri sürmektedirler (Temple'ye göre bu eş yıldızın yörüngesi elips biçimindedir). Dogonlar Sirius'un bu eşinin çok küçük ve çok ağır bir yıldız olduğuna ve yeryüzünde bulunmayan "sagala" adını verdikleri bir metalden oluştuğuna da inanırlar.
 
 
Carl Sagan, Broca'nın Beyni adlı kitabında bu satırlara ilk göz atışta, Dogonların Sirius öyküsü'nün, insanın geçmişte ileri düzeyde bir dünya dışı uygarlıkla temasını içermeye, en iyi aday olabilecek bir kanıt olarak göründüğünü yazar. Sagan, Sirius yıldız sistemi ile ilgili olarak şu bilgileri verir:

Çok ilginç olan bir gerçek, Sirius A'nın çok karanlık bir eşi olması ve Sirius B olarak tanınan bu eş yıldızın, onun çevresinde her 50 yılda elips biçiminde bir yörünge çizerek dönmekte olmasıdır. Sirius B yıldızı, modern astrofizikçiler tarafından, sönmüş bir yıldız, bir "beyaz cüce" olarak keşfedilen ilk örnektir. Sirius B yıldızının maddesi, yeryüzünde bulunmayan ve relativistik bozulmaya uğramış bulunan bir maddedir. Bu madde içinde elektronlar, atom çekirdekleri çevresinde dönerek dışarıya fırlamamaktadır. Bu nedenle, büyük olasılıkla, onun maddesinin metalik bir madde olabileceği söylenebilir. Sirius A yıldızının, "Köpek burcunun köpeği" olarak tanınmasından beri Sirius B yıldızı, onun "yavrusu" olarak bilinmektedir...



Günümüzde kitapları en çok okunan bilim yazarlarından Isaac Asimov da, Patlayan Güneşler adlı kitabında Sirius yıldızının kütlesine değinmektedir:

Gökbilimciler Sirius B'nin çekim gücünden onun kütlesinin Güneş'imizin kütlesinin 1.05 katı olduğunu hesaplamışlardı. Ve bu kocaman kütle, Dünya'mızın boyutlarındaki küçük bir hacim içinde sıkışmış olarak bulunuyordu. Dünya'nın ortalama yoğunluğu (kuşkusuz tüm gezegenimizi homojen bir kütle olarak düşünürsek), her metre kübü yaklaşık 5500 kg olarak bulunur. Oysa, Sirius B'nin yoğunluğu bunun 530.000 katı olarak hesaplanmaktadır. Bu durumda, Sirius B'nin bir metre kübünün ortalama yoğunluğu yaklaşık 3 milyar kg'dır. Bunu gözle görülen bir örnekle açıklamayı istersek sözgelişi bir Amerikan madeni 25 cent'i, Sirius B'yi oluşturan maddelerden yapılmış olsaydı böyle bir paranın ağırlığı 1.9 ton kadar olacaktı.

Sagan'n ve Asimov'un bu satırlarını okuduktan sonra insan, elinde olmaksızın, bu konunun biraz daha derinlerine inmek istiyor. Her şeyden önce de, Sirius B'nin ne zaman saptanabilmiş olduğunu merak ediyor. Bu konuda Asimov, şu bilgileri aktarıyor:

İlk kez bir yıldızın gerçek uzaklğını hesaplayan gökbilimci olan Friedrich Bessel, 1844 yılında Sirius'un devinimini inceliyordu. Normalde yıldızlar kendine özgü devinimlerini yaparken pek ağır düz bir hat üzerinde hareket ederler. Oysa, Bessel'in Sirius yıldızında saptamış olduğu, dalgalı bir devinimdi. Bessel, bu tuhaf durum üzerinde kafa yordu ve yıldızı dikkati çekecek kadar yolundan uzaklaştırabilen şeyin ancak bir başka yıldız olabileceği sonucuna vardı. Ancak Bessel bu arkadaş yıldızı görememişti.


Daha sonra 1862 yılında Amerikalı gökbilimci Alvan G. Clark yeni teleskobunu test ederken Sirius'un yakınındaki sönük ışığın içinde bir parıldayışın gerçekleştiğine dikkat etti. Başlangıçta bunu teleskobunda bir defo sandı. Ama gökbilimcinin sonraki incelemeleri, sönük bir yıldızı görmekte olduğunu ortaya koydu.

Robert Temple'nin de sorduğu gibi insan, "Acaba Dogonlar bu yüksek bilgiyi nasıl ve nereden elde etmişlerdir?" diye sormadan edemiyor. Dogonlara bu bilgiyi Temple'nin ileri sürdüğü gibi; Sirius sisteminden gelen ve "Nommolar" olarak adlandırılan "cirkin yüzer-gezer varlıklar" bırakmış olabilir miydi?
Eski majik dinler üzerinde araştırmalarda bulunan ve Dogonların Eski Mısır kültüründen etkilenmiş olabileceğini düşünen Murry Hope, olgun bir Mısır kültürünün aniden ortaya çıkışı ve erken dönem Mısırlılar'ın, Sirius'a gösterdiği yoğun ilgi konusunda, aynı ölçüde dikkate değer başka açıklamalar bulmaktadır. Araştırıcıya göre; bu erken dönemden elimize ulaşan bilgiler ışığında, bir Sirius etkisi olduğu tartışılmayacak derecede açıktır. Ancak bu bölgelerdeki yerli halklar "uzaylılarla bizzat temasa mı geçtiler, yoksa bu bilgileri, gene yeryüzündeki teknolojik ve bilimsel açıdan son derece gelişmiş başka uygarlıklardan mı aktardılar" işte bu nokta tartışılabilir."

                              Dogon halkinin icinde yasadigi evlerin modelleri de cok ilginctir.

Ne var ki, Hope'nin yeryüzünde teknolojik ve bilimsel açıdan son derece gelişmiş dediği uygarlıktan kastetdiği efsanevi "Atlantis uygarlığı"dır. Hope kitabında kişisel görüşünü şu cümlelerle aktarır:

Benim görüşüm, gezegenimizin uzak tarihinde bir Sirius bağlantısının gerçekleşmiş olduğu yönünde. Ancak bu bağlantının Atlantis uygarlığının oluşum dönemine rastladığı fikrindeyim. Yani, uzaylılar kozmolojik bilgilerini Atlantisli alimlere aktarmış, oradanda bu bilgiler dunya uzerinde yayilmis olabilir.

 
Dogonlar 'Nommolular' adini verdikleri cirkin varliklarin Sirius B gezegeninden, Dunya'ya; cevresine kuvvetli bir ruzgar sacarak donen, gurultu cikaran bir gemi ile indiklerini soylerler. Nommolarin kendilerine Sirius ve diger gezegenler hakkinda bilgiler verdigini iddia ederler. Bu bilgilerin cogu, ancak teleskopun icadiyla dogrulanabilmistir. Dogonlara gore Sumer krallari, Misir tanricasi Isis ve Accadianlar da Sirius yildiz sisteminden gelmislerdir. Ayrica Dogonlar Sirius C yildizinin varligindan da bahsetmislerdir. Oysa bu yildiz gunumuzde hala kesfedilmemistir.
 
 
 
Derleme
 
 
 
 
 


17 Şubat 2015 Salı

Tayyi Mekan Nedir?

Aylardir burada bilimsel olarak anlatmaya calistiklarimi birileri;
KAynak: http://gizliilimler.tr.gg/Tayy_i-Mekan-Nedir-f-.htm  sayfasinda dinsel acidan anlatmaya calismis. Kim yazmissa emegine saglik. Begendigim icin paylasmak istedim. Kendi fikirlerimi parantes icinde siyah yazarak karsilastirmaya calistim. Bilim ve dini birbirinden ayirmaya calisanlar, bu yaziyi mutlaka okumalidir.

Tayyi mekân; mekân değiştirmek anlamına gelmektedir. Üç şekli vardır:
  1. Nefs Tayyi Mekânı
  2. Ruh Tayyi Mekânı
  3. Fizik Vücut Tayyi Mekânı


Nefsimizin elektron devir sayısı, fizik vücudumuzun elektron devir sayısının yarısı kadardır. Ayrılabilmesi için bu devir sayılarının eşitlenmesi lâzımdır. İşte gerçek uykuya ulaştığımız zaman parçasının belki tek bir saniyelik bir bölümünde, nefsin elektron devir sayısı artar; fizik vücudun devir sayısı azalır ve ikisinin dengeye geldiği anda, nefs vücuttan tereyağından kıl çeker gibi ayrılır.
Bu neye benzer?

Bir kamyon düşünün, bir de özel araba düşünün. Özel arabanın sürati iki yüz kilometre olsun, kamyonun yüz kilometre. Eğer kamyonun hızını yüz elli kilometreye çıkartırsanız, öteki arabanın hızını yüz elli kilometreye indirirseniz, ikisi yan yana giderken; herhangi bir insanın, birinden ötekine geçmesi, sokakta yürüyormuş gibi bir kolaylık arz eder; çünkü iki araba aynı hızla ve yan yana gidiyordur. Birinden ötekine geçmek hiçbir problem göstermez. Yani; Kim nefs tayyi mekânı yaparsa, kim uykuya dalarsa; uykuya daldığı anda, onun nefsi vücudundan derhâl ayrılır.
Tayyi mekânın yaşanması ise, bu ayrılığın uyanık olarak gerçekleştirilmesidir; yani kişinin aklı nefsini kumanda etmeye başlar ve nefs, fizik vücuttan ayrıldığı zaman, akıl tamamen nefsi kontrol altında bulundurur.

Artık akıl, fizik vücudu kumanda etmemektedir. Fizik vücudun elektron devir sayısı, nefs kendisinden ayrıldığı an, tekrar eski haline döner. Nefsin elektron devir sayısı da fizik vücuttan ayrıldığı an, derhâl kendi elektron sayısına döner ve böylece nefs, başka bir âlem olan zahirî âlemde, yani kendisine ait olmayan bir âlemde, sonsuz hızla hareket etmek imkânının sahibi olur.
İnsan her gece rüya görür. Bazı insanlar da rüyalarında uçarlar. Uçanlar, aslında uykularında tayyi mekânı yaşayanlardır; ama onlar hiçbir zaman tayyi mekân yaptıklarının farkına varamazlar. Sadece rüyalarında, bir hayal âleminde uçtuklarını düşünürler. Oysa ki rüyamızın çok az bir bölümü hariç aşağı yukarı bütünü gerçektir. Bu âlemde cereyan etmeyen, başka âlemlerde cereyan eden bir güzel yolculuğu, her seferinde yaşarız. İşte söz konusu olan şey, bunun bilincinde olmaktır. Ne zaman bilincinde olursak, o zaman yaşadığımız şey artık rüya değildir; tayyi mekândır. (Astral yolculuk tarif ediliyor.)


Nefs, vücuttan ayrıldığı an fizik vücut derhâl uykuya dalar. Akıl artık fizik vücudu kumanda etmemektedir. Nefsi kumanda etmektedir. Fizik vücudu idare eden nedir? Otomatik kontrol sistemleridir. Midemizi, bağırsaklarımızı, kalbimizi, akciğerlerimizi bütün organlarımızı çalıştıran otomatik kontrol müesseseleri, artık onları kontrol altına almışlardır. Bu sistemlerin her biri sünnetullahın bir bağlantısını ifade eder.

Sünnetullah, bütün sistemleri kontrol altında tutan, Allah'ın sonsuz bilgisayar sistemidir. Allah'ın sonsuzluğu, bütün âlemleri kapsamıştır. Kur'ân-ı Kerim diyor ki: "Allah'ım, Senin Rahmetin ve ilmin her şeyi kuşatmıştır" . İşte sonsuz ilim sahibi olan Allah, bu ilminden bir parçayı insanlara da vermiştir. İnsanlar nefs, ruh ve fizik vücut tayyi mekânı yapacak seviyeye ulaşabilirler. Nefs tayyi mekânında, vücuttan ayrılan nefs başka bir âleme gider. Fizik vücutla nefsin arasında, başlarını birbirine bağlayan bir kordon vardır. Allah'ın yarattığı bu kordon, nereye kadar giderse gitsin, ne kadar sonsuz uzaklara giderse gitsin hiç kopmaz. Allah her şeye kadirdir. Eğer başka insanların kordonları birbirleriyle karşılaşsa biri ötekine hiç dokunmadan birbirinin içinden geçerler. Bir gün başınızın üzerindeki kordondan nefsinize bağlandığınızı göreceksiniz. İşte nefs tayyi mekânı yaptıklarını iddia eden budistler diyorlar ki: “Bu kordonlar göbekten birbirine bağlıdır”. Bunun külliyen yalan olduğunu kesinlikle söyleyebiliriz. Başka bir şey yaşıyorlarsa, biz onları bilemeyiz. Ama bildiğimiz, yaşadığımız nefs tayyi mekânı, başımızdan, fizik vücudumuzun başından nefsimizin başına bir kordonun uzatıldığını göstermektedir. Bu kordon, sonsuza kadar uzayabilen bir nesnedir ki; hiç bir nefsi başka bir vücuda ulaştırmaz. Başka bir vücudun bir nefsi kendisine mâl etmesi veya buna benzer bir olay, hiçbir şekilde mümkün değildir. (Ben bu kordon denilen seyin ince, isiktan bir tunel oldugunu iddia ediyorum ve ucuncu gozumuze baglidir. Bu tunelin icinden enerji bedenimiz hizli bir yeralti metrosundaymis gibi gecerek, degisik boyutlara gidiyoruz.)


İşte böyle bir dizaynda, nefsimizin dilediğimiz yere, düşündüğümüz yere birkaç saniyede ulaştığını görüyoruz. Ve gittiğiniz yerlerde, eğer insanlar sizi görmüyorlarsa bilin ki nefs halindesiniz. (Astral yolculuklarda ben bunu cok yasiyorum.Gittigim yerdeki varliklarla goz goze geliyorum ve beni goruyorlarmi bilmiyorum. Bu cikislarda simdiye kadar olumsuz bir olay olmadi. Guvenle gittigim heryerden dondum. Sanirim gormuyorlar.) O yaşadığınız da zahirî âlemdir. Zahirî âlemde hiç kimse normal standartlarda, nefsi görmez. İnsanların arasında gezersiniz; ama sizi kimse görmez.

Öyleyse nerede şartlar fizik değilse orada bilin ki; nefsiniz bu âlemdedir. Ama bir de şartların fizik olduğu bir âleme gideceksiniz. Sizden evvel olanların yaşadığı berzah âlemi. O zaman bardağı tutabiliyorsanız, içindekini içebiliyorsanız oradasınız, berzah âlemindesiniz. Sizden evvel ölmüş olan kişilerin nefslerinin kıyâmete kadar yaşayacağı yerdesiniz. Berzah âlemi (4.Boyuttan bahsediliyor) nefslerimize göre fizik olarak yaratılmıştır. Bütün insanların nefsleri öldükten sonra mutlaka oraya gider, orada yaşantılarını devam ettirirler. Kıyâmet gününe kadar orada yaşamakta devam ederler. İşte nefslerinizin o gittikleri yerde, sonsuz hızını devam ettirebilmek için Allah, nefslere küçücük bir değişiklik yaptırır. Nefslerin yapılarında yaptığı değişiklikle nefsimizin karşıt elektronlarının devir sayısını, elektron devir sayısının ötesine geçirir. O zaman berzah âleminde de sonsuz hızla hareket söz konusudur. Nefsler bu âleme ulaştıkları zaman tekrar yapı değişikliğine uğrarlar. Işık duvarı üzerinden geçerken, iki âlem arasındaki ve bizim âlemimizde normal bir nefsin standartlarında gelirler.

Birgün inşaallah hepinize TAYYİ MEKÂN nasip olacak. TAYYİ MEKÂN`ı yaptığınız zaman şunu unutmayın; sakın şu vücudunuzu düşünmeyin. Neden düşünmeyin? Çünkü düşünürseniz soluğu vücudunuzda alırsınız. Tekrar dönmeniz de o gece hayli güç bir şey. İnşaallah yaşarsınız. Yaşadığınız zaman göreceksiniz ki; aslında uçaklara falan fazla para vermenize gerek yok Allah'ın yardımıyla, herşey çok güzel gerçekleşebilir. İşte nefs tayyi mekânı, bu standartlar altında gerçekleşebilen bir olgudur. Söylediğim gibi hepiniz tayyi mekânı kim bilir kaç defa yaşamışsınızdır. Ama rüyada yaşadığınız için bunun bilincinde değilsiniz. Sadece bir hayal yaşadığınızı zannetmektesiniz. Oysa ki kişi rüyasında mutlaka bir gezegene gitmiştir.
(Bu konuyu bende daha once 'Gizlenen Gercekler' adi altinda yazmistim.)

Eğer nefs tayyi mekânının ötesine geçmek söz konusu ise, bunun adı ruh tayyi mekânıdır. Ruhumuz kendisine ait olan elektron devir sayısını dilediği an, dilediği standartlarda değiştirmek imkânının sahibidir. Ruhumuz 6 grup enerji küresinden oluşur ( 6 degil 7 olmali. Enerji chakralarimizdan bahsediyor. Kirmizi, turuncu,sari,yesil,mavi,civit mavisi ve mor enerji kureleri) ve emr âleminin de, zahirî âlemin de, berzah âleminin de bütün özelliklerini bir ruh, dilediği an kazanabilir veya yok edebilir. Zahirî âlemde bir ruh, dilerse zahirî âlemin bir parçası olur. Dilerse zahirî âlemin bir parçası olmanın hemen dışına çıkar. Berzah âleminde bir ruh, berzah âleminin varlığı olur. Herkes onu nefs zanneder veya dilerse bir anda bu standardın dışına çıkabilir. Aynı ruh, gayb âleminde, gayb âleminin standartlarına girer veya dışına çıkabilir.

Bir kişi fizik vücuduyla herhangi bir şehirde görünürken, onun ruhu başka bir yerde, meselâ hacda aynı anda, aynı gün görülebilir. (Trans halindeyken diger es bedenlerimizi kontrol edebiliriz. Onlari baska yerlere gonderebiliriz. Bazen fizik bedene donusurler bazen de enerji beden yani holografik olarak da bulunabilirler) O kişinin fizik vücudu uykudaysa, o sırada akıl, ruha kumanda eder. Kişi uyanıksa, fizik vücudunun içindeyse, aklı fizik vücuduna kumanda ediyorsa; o zaman ruha kumanda eden Allah'ın sünnetullahıdır. Ve bu tayyi mekânın sahibi olan kişi, aslında bu tayyi mekânı yaşayan değildir. Bir çok evliya için anlatılan çok şeyler duymuşsunuzdur. Mevlâna Celâlettin Rumî aynı günde hem Konya'da görülmüştür, hem Hac'da görülmüştür ve normal standartlarda fizik olarak görülmüştür. Bu da eşyanın tabiatına son derece uygundur. Çünkü söylediğimiz gibi ruh, dilediği âlemde fizik olabilir, dilediği âlemde fiziğin de ötesine geçebilir. (Es bedenlerini gonderme olayi)
Bu ikinci tayyi mekân çeşidinde de ruhun hareket halinde olması, söylediğimiz gibi fizik vücudun uyku haline girmesiyle gerçekleşirse eğer; kişinin aklı, ruhu kontrolü altında tuttuğu için, bütün olanlardan Allahû Tealâ'nın bu evliyası her zaman haberdardır. Ama Allahû Tealâ bunu dilerse ruhu bir başka varlığa, bir başka şeyi ispat etmek için o kişinin ruhunu, Allah'ın sünnetullahıyla kumanda ederek başka bir yere her zaman gönderebilir ve dünya üzerinde bunun da neticeleri çok görülmüştür.
Bir başka tayyi mekân çeşidi var mı? Evet var, fizik vücut tayyi mekânı.

Zannetmeyin ki, fizik vücut kendi kendine fizik vücut tayyi mekânı yapabilir. Hayır fizik vücut, daima bir vasıtadır. Öyleyse sonuca bakarsak ne görüyoruz? Fizik vücut tayyi mekânını yerli yerine oturtabilmek için, fizik vücutla nefs arasındaki ilişkinin çok iyi bilinmesi lâzımdır. Fizik vücudumuzun içindeki nefs, fizik vücudumuzun elektron devir sayısının yarısı kadar elektron devir sayısına sahiptir. Bu sebeple fizik vücudumuzun içinde esirdir. Fizik vücut bayılmadıkça, fizik vücut ölmedikçe, fizik vücut uykuya dalmadıkça nefs, fizik vücudumuzdan ayrılamaz. Belki bir insanın nefs tayyi mekânını yaşayabilmesi, 3 standartta gerçekleşir: Fizik vücudun uyku haline girmesi birinci standart; bayılması, ikinci standart; ölmesi, üçüncü standart. Ölürse, artık o kişinin nefs tayyi mekânı, zaten 40 günlük bir mezarda geçen, geri kalanı da berzah âleminde geçen, kıyâmete kadar devam edecek olan bir tayyi mekân olayıdır.

Fizik vücut tayyi mekânına gelince, bu söylediğimiz kanunla çok yakından alâkalıdır. Hangi kanunla? Nefsimiz fizik vücudumuz içinde esirdir. Neden esirdir? Çünkü nefsimizin elektron devir sayısı, fizik vücudumuzunkinin yarısı kadardır. İşte öyle bir an düşünün ki; ruh, fizik vücudumuzun üzerine geliyor, yerine yerleşiyor; ama ruhun elektron devir sayısı fizik vücudumuzun iki katı kadar. Ne demek bu? Şu demek: Ruh, fizik vücudumuzu esir alır ve fizik vücudumuz, ruhumuzun her zerresine kumanda etmesi sebebiyle görünmez olur. Hiç kimse fizik vücudu göremez. Neden göremez? Çünkü ruhu göremezler. Ruh da fizik vücudumuzun her zerresine sahip olduğu, her zerresini kapladığı için, hiç kimse fizik vücudumuzu göremez.

İşte böylece fizik vücudumuzun, ruhumuzla birlikte sonsuz hızla hareket edebildiğini görüyoruz. Bir kişi ruh tayyi mekânı yaptığı zaman, ruhu oraya yalnız gider, sonsuz hızla gider, orada şekil değiştirir, normal bir insan hüviyetine girer. Kimse onun ruh mu, gerçek bir fizik beden mi olduğunu anlayamaz. Sonra da tekrar sonsuz hızla ait olduğu yere geri dönecektir. Fizik vücudun üzerindeki yerini tekrar alacaktır; ama fizik vücut tayyi mekânında gidilecek yere ulaşıldığı zaman, ruh kontrol müessesini bıraktığı anda fizik vücut orada serbesttir. arada dilediği gibi hareket edebilir; ama kendi âlemine, bulunduğu yere geri dönerken, o zaman tekrar fizik vücudu, ruhun kontrolü altına alması gerekir ve tekrar ruh, iki kat devir sayısıyla fizik vücudun üzerine gelip onu tamamen kaplar. Bu, geri dönüş için mutlaka gereklidir. Geriye ulaşıldığında, ait olduğu yere geri dönüldüğünde, ruh tekrar fizik vücudu terk eder ve başın üzerindeki yerini alır. Fizik vücutta, orada sanki bir uykudan uyanmış gibi normal standartlarına ulaşır. Fzik vücut standartları, ruh standartları, nefs standartları, 3 ayrı tip tayyi mekânı sergiler.

İşte Hazreti Süleyman'ın Belkıs'ın tahtını getirmeden evvel, "Bana hanginiz onun tahtını getirebileceksiniz?" dediği zaman, ifrid adlı cin diyor ki: "Siz daha yerinizden kalkana kadar, ben onu size getirebilirim." Kitap'tan bir ilme sahip olan adamsa dedi ki: "Siz gözünüzü açıp kapatıncaya kadar, ben onu size getiririm." Allahû Tealâ:"Ve Hazreti Süleyman, o kişiden yüzünü döşemeye çevirdiği zaman, döşemenin üzerinde tahtı gördü." diyor. Öyle ise, olay gerçekleşmiş. Allahû Tealâ, Hazreti Süleyman'a verdiği hızları, üç ayrı bölümde dizayn etmiştir. Ve Hazreti Süleyman devamlı olarak tayyi mekânı yaşamıştır. O, sonsuz hızın sahibiydi. Bu statüde, Allahû Tealâ'nın zamanı geriye çalıştırması veya sonsuz hızı tarif eden bir çok âyet-i kerimesinin varolduğunu görüyoruz. Meselâ; yedi uyuyanlar için Allahû Tealâ zamanı durdurmuştur. Zaman, diğer insanlar için devam ediyor; ama onlar için gitmiyor. ( Zaman kavrami sadece fizik dunyamizda var. Diger boyuta gecince zaman ve mekan yok olur. Her an her yerde olursunuz.) Onlar mağaraya alındıklarında Allahû Tealâ'ya diyorlar ki: "Yarabbi, bize katından bir mürşid gönder, bizi mutluluğuna ulaştır." Allahû Tealâ diyor ki: "Onları sağdan sola, soldan sağa hep döndürdük, aya çıktıkları zaman uyandırdık onları. Ne kadar diye sordular birbirlerine, ‘bir kaç saat dediler' diyor.” Ama fırına ekmek almaya gittiklerinde ellerindeki paraların iki yüz, üç yüz yıl evveline ait olduğu anlaşıldı ve böylece yedi uyuyanlar o dizayn içersinde, zamanın kendilerine çalışmadığı bir ortamın sergilendiğini anladılar. (Diger boyutlardan birinde gecirdiginiz bir saat dunyamizda 1 yila, yada 10 yila denk gelebilir. Farkli boyutlarda farkli hesaplar cikar. Bize olan uzakliklarina bagli.)

Allahû Tealâ'nın ihsan ettiği hız müesseseleri, bütün sistemlerde  Allah'ın emrettiği biçim ve boyutta geçerlidir. Meselâ Allahû Tealâ dünya ile kendi arasındaki mesafeye “elli bin yıllık yol” diyor ve meleklerin oraya bir günde çıktığını söylüyor. Ama Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in BİR KAÇ DAKİKADA ÇIKTIĞINI GÖRÜYORUZ. Öyle ise farklı sistemler söz konusudur. Bugüne kadar dünyadan Allah'ın katına kadar fizik vücuduyla gidip oradan dönebilen, sadece Peygamber Efendimiz (S.A.V)'dir Hazreti İdris'in de, Hazreti İsa'nın da Allah'ın katında olduğu söyleniyor. Fizik vücut olarak oradalar ve Hazreti İsa'nın tekrar döneceği konusunda Allahû Tealâ'nın kesin bir teminatı var. Ama Hazreti İdris'in ne olacağı hakkında bir işaret, Kur'ân-ı Kerim'de yoktur. Bu da bir tayyi mekândır. Hazreti İdris'in cennete alınması olayı, bir tayyi mekân olayıdır.

Hazreti İsa'nın göğe alınışına beraberce bakalım. On ikinci havari Romalılara haber verir ve salona gelir. Allahû Tealâ diyor ki: "O geldiği zaman, Biz onun yüzüyle Hazreti İsa'nın yüzünü değiştirdik. Onu İsa'ya götürdüler. Çarmığa gerdiler. Biz de Hazreti İsa'yı katımıza kaldırdık" . Nasıl kaldırmış? Gene tayyi mekân olayı. (Isinlanma olayi tarif ediliyor. Bazi ulkeler isinlanmayi basardilar ve uzay istasyonlarina isinlanmayla malzeme taisyorlar.) Hem Hazreti İdris'in, hem de Hazreti İsa'nın olayı, tayyi mekân olayıdır. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'in Allah'ın katına çıkması, mirac olayı, gene tayyi mekândır. Üçü de fizik vücud tayyi mekânını yaşamıştır. Unutmayın, hepsinin fizik vücutlarının üzerine, ruhları örtü olmuştur. O standartlar içinde, Allah'ın göklerine yükselmişlerdir. Allah'ın katına kadar yükselmişler ve iki tanesi orada kalmıştır. Sadece Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e has bir olay yaşanmıştır. O, tekrar geri dönmüştür.

Hz. Muhammed'e ne kadar şükretsek azdır ki; O bizim Peygamberimiz. Allahû Tealâ Kur'ân'ı ona indirmiş ve bütün âlemlerde mutlaka tanınan bir peygamber. Allahû Tealâ onun için diyor ki: "Seni âlemlere rahmet olarak yarattım. Peygamber Efendimiz (S.A.V)'e indirilen, sadece bu dünyada tanınan bir dîn kitabı değildir. Allah'ın bütün âlemlere indirdiği bir kitaptır. (Butun kutsal kitaplar tum insanliga gonderilmistir.) Peygamber Efendimiz (S.A.V) de o kitap kendisine inen kişi olarak, bütün âlemlerde tanınmaktadır. ( Kuran-i Kerim bir din kitabi degil bir ilim kitabidir. Insanligi bilgilendirme kitabidir. Akil ve kalbe hitap eden tek kitaptir. O yuzden de 'Oku' diye baslamistir. Diger kitaplar sadece kalbe hitap ediyordu.)
 Nefsimizin gözleri Allahû Tealâ'yı görmeye tahammül edemez; ama ruhumuzun gözleri Allahû Tealâ'yı görmenin yeterli vasıflarına sahiptir. Bir de nefsimizin kalbindeki kalp gözü, Allah'ı görmenin standartlarına sahiptir.( Ruhun gozuyle, ucuncu gozu kastediyor. Bazilari buna kalp gozu diyor. Gozlerimizi kapattigimizda ekrana baska bir gozumuz cikiyor. Ben bazen tek bir goz bazende iki goz goruyorum. O goz aktifken, diger boyutlardan varliklari gorebiliyoruz. Merak ettigimiz konulari sorup, cevabini goruntu olarak alabiliyoruz.)


Farkli Bir Kaynakta Ayni Konunun Islenisi:

Rabbani tayyı mekanlar ise üçe ayrılır:

1-Nefs tayyı mekanı (Nefsimizin rüyadaki yolculuğu buna örnektir)

2-Ruh tayyı mekanı(Büyük evliyaların, mürşitlerin istedikleri mekana gitmeleri ve silüet olarak görünmeleri)

3-Fizik vücut tayyı mekanı olarak üçe ayrılır.(Molla Gürani'nin tayyı mekanı buna örnektir)

Tayyı mekanı anlayabilmek için fizik vücut, ruh ve nefs hakkında biraz bilgi vermek istiyorum.

Aslında bizim fizik vücudumuz olarak gördüğümüz bedenimiz, 1-Fizik vücudumuz (Bu alemdedir) 2-Ruhumuz (Meleklerin de yaşadığı Emr alemindedir) 3- Nefsimiz (Berzah Alemindedir) Üç vücut ta iç içe geçmiş halde olarak fakat farklı alemlerde olarak kabul edilebilir.

Rabbani tayyı mekanın en kolayı ve herkesin yapabildiği nefs tayyı mekanını herkes, her gece yapar ama farkında değildir ve yaşadıklarını çoğu zaman hatırlamaz. (Işık hızı geçilirken genellikle yaşananlar unutulur. Bu arada düşünce hızı sonsuz hıza yakındır, ışık hızının çok üstündedir. Işık hızı laboratuvar ortamlarda geçilmiştir.)

Nefsimiz, bizim fizik vücudumuzun Berzah alemindeki halidir. O da Berzah aleminde bizim fizik vücudumuz gibi davranır. Ama bu Dünya'da görünmez. Biz rüyamızda kendimizi gördüğümüzde aslında nefsimizin vücudunu görürüz. Bu Dünya'da kendimizi gördüğümüzde fizik vücudumuzu görürüz ama iç içe geçmiş olan 3 alemde aslında 3 tane bedenimiz vardır.

Bedenimizi oluşturan hücrelerdeki mitokondrilerin oluşturduğu elektriksel mıknatıslanma nedeniyle bedenimize bağlı olarak nefsimiz (Kordon ile bedenimize bağlıdır, öldükten belli bir süre sonra kopar)  ve ruhumuz (Ruhumuz bedenimize herhangi bir kordonla bağlı değildir)  fizik bedenimiz ile iç içe dururlar. (Ruhunu ölmeden Allah'a ulaştıranların ruhları yerine mürşitlerinin ruhları başlarının üzerinde durur.) Herhangi bir günah işlemeden önce ruhumuz bedenimizden uzaklaşır. (Yani bazı kişilerin dediği gibi ruh bedenden ayrılınca vücut ölmez. ) Ruh her zaman bize Allah'ın emirlerini yapmamız yönünde aklımıza (Akıl ise yokluktadır, yani 3 alemde de olabilir) telkinde bulunurken, nefsimiz ise şeytanın vesveselerine yenik düşebilir. Nefsini teskiye edenler ise nefslerini ruh hüviyetine döndürdüklerinde, sonsuz mutluluğun sahibi olur, her türlü tayyı mekanı yapabilirler.

Bu işin fiziksel açıklaması ise şöyledir:

Her maddeyi oluşturan atomlardaki elektronlarının mekan olarak aynı yerinde ama karşıt aleminde(Berzah) bir karşıt elektronları vardır. Devir yönü ters olup, mevcut elektronun yarısı hızında ve yarısı zıt ağırlığındadır. Eskiden elektronlara dalgaların eşlik ettiği varsayılırken, bugün karşıt elektronun varlığı konuşulur hale gelmiştir. Artık negatif ağırlıklardan bahsedilmektedir. (0 ağırlıkta olan gama fotonunun kurşun levhaya çaptırıldığında ortaya çıkan pozitif ağırlıktaki elektron buna örnektir. +A ağırlığında bir elektron tartılabiliyorsa, 0 ağırlıkta bir gama fotonunun -A ağırlığında bir karşıt elektronu olmalı, yani  A+(-A)=0

Fizik vücudumuzun aynı şeklinde, zıt ve yarı ağırlığında ve elektron devir sayısı yarı hızında olan vücudumuz ise biraz önce bahsettiğim Berzah aleminin varlığı olan nefsimizin bedenidir. Nefsimiz fizik vücudumuz uykuya daldığında, bayıldığında veya öldüğünde fizik vücudumuzun elektron devir sayısı ile nefsimizin elektron devir sayısı eşitlendiğinde , yani nefsimizin elektron devir sayısı iki kat arttığında, vücudumuzu terk eder. Berzah aleminde gezen nefsimiz, bu alemdeki ölmüş kişiler ile sanki gerçekte konuşuyormuş gibi konuşur, merdivenden yürüyerek çıkar, bu alemdeymişcesine davranır. Nefsimiz Berzah aleminin mahluku olduğu için duvar içinden geçemez, uçamaz vs. Ama nefsimiz rüyamızda bizim yaşadığımız dünyada yolculuk ediyor ise, sonsuz hızla hareket edebilir, uçabilir, duvarın içinden geçebilir.

Allah'ın (C.C) bir kanunu olarak her mahluk kendi aleminde o alemin fizik kurallarına göre hareket edebilirken, başka bir alemde sonsuz hızla hareket edebilir.

Eğer rüyada olduğunuzun farkına varabiliyorsanız, rüyanızda bu dünyada iseniz, rüyanızda nereye gitmek isterseniz kolaylıkla uçarak gidebilirsiniz, ancak, nefsiniz bu dünyadaki kişiler tarafından görülmeyecektir. Veliliğin (Allah dostu demektir) belli aşamalarından sonra bu işlemi  yapabilirsiniz. Bu durumda fizik vücudunuzun aşağıda kaldığını, sizin yükseldiğinizi görebilirsiniz.  Bu yolculuğu belli aşamalardan Allah'ın izni ile  kolaylıkla yapabilirsiniz. İbrahim Hakkı Erzurimi Hazretleri, uzayda tayyı mekanla yolculuk yaptığını Marifetname'sinde yazmıştır.

Bir de daha büyük aşama kaydetmiş veliler, ruh tayyi mekanı ile bir başka yerde silüet olarak görünebilirler.

Daha ileri aşamada ise ki bunu çok üstün evliyalar yapabilir, mürşitlerin salah nurları, fizik vücutlarına örtü olur. Ruh, bu alemin varlığı olmadığı için, Emr aleminin varlığı olduğu için sonsuz hızla hareket edebilir.

Biz insanlar, tayyı mekan yapabilecek fıtratta yaratılmışız. Bunu siz de yapabilirsiniz. Bunun için öncelikle Allah'a (C.C) ölmeden ruhunuzu ulaştırmayı isteyerek ve bunun için vesileyi Allah'tan gerçek anlamda istemeniz gerekecek. Sonra Allah (C.C) size yardımcı olacaktır. Sadece gerçekten gönlünüzün derinliklerinde bunu istemeniz gerekiyor.

Derleme

Aasmaestefan@gmail.com