28 Mart 2015 Cumartesi

Muhiddin Arabi’ye Gore 'Allah,Yasam ve Ölüm"un Tanimi

  İslam bilginlerinin en önemlilerinden biri olan Muhiddin Arabi’nin asıl adı, Ebu-bekir Muhyiddin Bin Ali’dir. İslami felsefeye alışılmışın dışında bir yorum getiren Muhiddin Arabi, 1165 yılında İspanya’nın Murciya kentinde doğdu. O dönemde, Murciya önemli kültür merkezlerinden biriydi. Muhiddin Arabi, ilk eğitimini burada aldı. Hocaları tarafından üstün öğrenci olarak nitelendirildiği için, eğitimini geliştirmesi amacıyla Endülüs’teki Kurtuba kentine gönderildi. Babası ile beraber Kurtuba’ya gelen Arabi, ünlü İslam düşünürü İbni Rüşd’ün talebesi oldu.

İbni Rüşd’ün bilgilerinden çok yararlanan Muhiddin Arabi, bu ünlü bilgini derinlemesine etkiledi ve kısa bir zaman sonra öğrenimini tamamlayarak oradan ayrıldı. İbni Rüşd onun için şöyle diyordu: “Ancak kitaplarda rastlanabilecek düzeyde, şimdiye kadar hiç karşılaşmadığım biri.” Sonra ekliyordu: “Benim okuyarak elde ettiğim ilmi, o görünür halde şekillendirerek elde etti. Bende henüz düşünce halinde olanları ise, ona söylemeden, bana kendi düşünceleri olarak açıkladı.”


“Rüyamda peygamberi gördüm”

Muhiddin Arabi, yazdığı kitaplarda olağan*üstü bilgiler verirken, birçok peygamber ve veli ile de görüştüğünü belirtir. Verdiği bilgilere göre bu görüşmeler üç şekilde gerçekleşmiştir:

a) Rüyada görerek,
b) Onları dünyaya davet ederek,
c) Bedenini terk edip, onların bulunduğu yere ulaşarak.

Arabi, 500’den fazla kitap yazdı. Bunların içerisinde en ünlüleri Fütuhatı Mekkiye ve Fusus ül-Hikem’dir. Fusus, onun tüm çalışmaları içerisinde en değerlisi olarak kabul edilir. Kitabın adı, her bölümün başlığından gelir ve “hikmetlerin özü” anlamındadır.
Muhiddin Arabi, Fusus’u yazma nedenini şöyle açıklıyor: “627 Hicret yılı, Muharrem ayının son günlerinde, Şam’da iken. Tanrının peygamberi Hz. Muhammed’i gerçek bir rüya anlamında gördüm. Elinde bir kitap tutuyordu. Bana dedi ki, bu Fusus ül-Hikem kitabıdır. Bunun al ve halka açıkla ve bu bilgilerden herkes yararlansın.” 27 bölümden oluşan bir kitap olan Fusus ül-Hikem’in her bölümünde bir peygamberin kişiliği ve görevlerinin özelliği anlatılır.

“Allah, başlangıcı olmayandır”

Fusus ül-Hikem, anlaşılması oldukça zor ve birçok araştırmacıyı uzun zamandır uğraştıran bir kitap. Muhiddin Arabi, peygamberlerle ilgili görüşlerini dile getirirken, kitabının bir bölümünü Allah kavramı üzerine ayırmış. Onun Allah düşüncesine olan yaklaşımı, farklılığı ve daha da önemlisi cesurca görüşler getirmesi bakımından dikkat çekiyor. Arabi, Fusus’ta Allah’ı şöyle tanımlar:

“Tanrı, tektir ve eşsizdir,
Her şey O’ndandır, her şey O’nundur ve her şey O’dur,
O, hiçbir şeye muhtaç olmayandır,
Allah, ‘bir’ tanımlamasıyla bile sınırlandırılamayandır.
Biz, Allah hakkında, kayıtsız, şartsız (salt) bilim ve hayat sahibidir deriz.
Buna göre, Allah diri ve bilgindir ve biz Hakk’ın ilmi hakkında, O, başlangıcı olmayandır, deriz.”

Muhiddin Arabi, Allah’ın öncesi ve sonrası ile ilgili düşüncelerini, güçlü bir biçimde ortaya koyar ve şöyle der: “O, evvel (ilk, başlangıç) olmakla beraber bir başlangıca bağlanamaz. İşte, bu nedenle, O’nun hakkında ‘ahir’ (son) tanımı kullanıldı. Başlangıç ve sonun aynı varlıkta olması, varlığın tekliğini gerektirir. Yani, O’ndan başka bir varlığın olmadığını düşündürür. Çünkü bir şeye evvel veya son diyebilmek için ondan başka bir şeyin daha olması gerekir. Ancak, o zaman, o şeyin evvel ve son olduğu söylenebilir. Öyleyse, O’nu başlangıç veya sondur, diye sınırlandıramayız.” Böylece, Muhiddin Arabi, Allah kavramının sonsuzluğu hakkında bir fikir vermiş olur.

“O’nun İçin bilinmeyen yoktur”

Muhiddin Arabi, Allah’ın bütünlüğünü ve O’ nun idrak edilebilmesini, objektif bir biçimde ortaya koyarken, O’nun ulaşılmazlığını da açıkça ortaya koyar:
“Bil ki, Allah denilen varlık, kendisi bakımından tek ve eşsizdir, isim ve sıfatları (kudret ve imkânları), bakımından O bir ‘kül’, yani topluluktur veya bütündür. Her yaratılanın ancak kendisine göre bir Rabbi, yani Tanrı’sı vardır. Bu nedenle, Allah’m yaratılana göre bir bütün olması mümkün değildir. Bununla beraber, hiçbir varlık için de, öncesizlik, yani başlangıçsızlık yoktur. O, yani başlangıcı olmayan varlık, parçalanmayı, bölünmeyi kabul etmez. O’nun eşsiz birliği, kendisinde düşünce halinde var olan tüm kudret ve imkânların toplamı demektir. Demek ki, her varlık, kendisinin sahip olduğu değer kadar, yani ulaştığı anlayış, kavrayış ve bilinç kadar O’nu idrak edebilir.”


Arabi’ye göre, insanın Allah’ı tam olarak idrak edebilmesi hiçbir zaman mümkün değildir. Bunu da şöyle belirtir: Hiçbir varlık, elde ettiği değerle, O’nun eşsiz birliğini eksiksiz ve mükemmel olarak kendi varlığında bulamaz ve O’na ulaşamaz. Bu mümkün değildir. Böyle olmasaydı, her bilinç sahibi varlık için hem kendisinin (mikrokozmos), hem de evrenin (makrokozmos) hiçbir gizliliği, bilinmeyenliği kalmaz. Yalnız, O’nun için gizlilik ve bilinmeyen yoktur. Geri kalan her varlık için, çeşitli düzeylerde gizlilikler ve bilinmeyenler vardır.”
“Hiçbir varlık Allah’ı idrak edemez. Bu, tam olarak mümkün olsaydı, insan hem kendisinin (mikrokozmos), hem de evrenin (makrokozmos) bütün gizemini ve bilinmeyenini öğrenirdi.
Fusus ül-Hikem’in birçok yerinde rastlanan örnekleme yöntemi bu noktada da ortaya çıkar." ve Arabi devam eder: “Düzgün bir ayna karşısında, insanın görünen şekli, bakan kimsenin şeklinden başka bir şey değildir. Bazen, ayna yüzeyi pürüzlü veya eğimli olabilir; o zaman, bakan kişi kendisini olduğundan çok daha değişik görebilir. Yani, çok uzun veya çok şişman gibi… Aslında, aynaya bakanda bir değişiklik yoktur ama görüntüyü sağlayan araç, yani ayna, ona farklı bir görünüm verir. Evrende, birbirinin aynı değerinde olan iki varlık yoktur. Çünkü, her varlık O’nu kendi değerine uygun olarak belirtir. Cam kandil içindeki ışık, bakan kimseye kandil camının rengiyle görünür. Oysa, gerçekte kandil ışığının rengi yoktur. Bunu bilmeyen veya anlamayan ışığın renksizliğini inkâr eder.”

“Allah, yaradılıştan önce neredeydi?”

Fusus ül-Hikem’in en ilginç bölümlerinden birisi, Allah’ın yaradılıştan önce nerede olduğunun anlatılmasıdır. Bu bölümde, Arabi, düşüncelerini coşkuyla iletirken, ortaya gizemli bir deyim atıyor: “Allah, tüm varolanları yaratmadan önce, ‘Ama’daydı. Sonra, arş, yani âlem üzerine yayıldı.” ‘Ama’ sözü, tasavvur edilmesi, düşünülmesi, idrak edilmesi mümkün olmayan, belirsizlik ya da kesin bir bilinmezlik halidir. Arş ise, O’nun yoktan var ettiği ve onlar üzerinde var olan kesin egemenliğinin ifadesidir. Burada önemli olan, “yok” deyiminin kavranabilmesidir.

Nasıl bir kör, hiç görmediği, kendisine anlatılmayan, dokunarak dahi varlığını hayal edemediği, kıyaslama yapamadığı bir olguyu canlandıramaz, düşünemez, anlayamaz ve anlatamazsa; “yok” kavramı da hayal edilmeyen, belirlenemeyen, bilinmeyen olarak kabul edilmelidir. Sözlük anlamı olarak, yok, var olan veya var olmuş bir şeyin karşıtıdır. Bu bize, varlığını bilemediğimiz bir şeyi benzetme, karşılaştırma yoluyla belirlemeye çalışmamızı getirir. Oysa, “ama” sözcüğünden anlaşılan, sözlük anlamından anlaşılan değildir.

“Âlem: Allah’ın gölgesi”

Bir diğer bölümde, Muhiddin Arabi’nin âlem, insan ve ölüm hakkındaki düşüncelerini buluyoruz. Arabi, tüm yaklaşımlarında dogmatizmi reddetmiş ve fanatik düşünce biçiminin üzerine çıkmaya çalışmıştır:


“Alem, Allah’ın belirmesidir. O, âlemin ruhu olup, sevk ve idare eder. Evrenin tümü O’dur, O, benim ve O’nun varlığı ile ayakta duran tek varlıktır. Alemin başka gerçek bir varlığı yoktur. Alem, O’ndan ayrı bir varlık değildir. Görmez misin ki, gölge sahibinden çıkmış ve ona bitişik olduğu halde, sahibinden görünüşte ayrılması imkânsızdır. Nasıl insanın gölgesi, ancak gölgenin düştüğü yer aracılığı ile görünüyorsa, Alem de, Allah’ın gölgesinin üzerine düştüğü madde aracılığı ile idrak edilir, bilinir.”


Kur’an-ı Kerim’de, “Her şey beni zikreder ama siz anlayamazsınız” denilir. Bu ayeti anlamak, ancak maddenin, var olan her şey hakkında bilgilenme yönünde ve evrimimizde aracı olarak kullanılmasıyla mümkün olabilir.


“Ölüm: Yeni bir âlemin başlangıcı”

Fusus ül-Hikem, insanoğlunun en korkulu düşmani olan ölümü, bir geçiş, bir köprü olarak tanımlar. Arabi’ye göre ölüm, düşünüldüğü gibi değildir: “İnsanı, Allah’ın ölümle yok etmesi, yıkması, O’nun koruduğu şeyi yok etmesi, ortadan kaldırması demek değildir. Ölüm bir çözülmedir. Ölüm, insanın manevi benliğinin, Hak tarafından kendisine çekilmesidir. Çünkü, her şey O’na döner. O, insanı kendi âlemine aldığı zaman ona, terk ettiği madde dünyasındaki oluşumundan ayrı bir oluşum ve düzen verir. O âleme ait olan ve o âlemin madde cinsinden olan bu yeni oluşum, bulunduğu âleme uygunluk göstereceği için ebediyen dağılmaz ve çözülmek bilmez. Eğer, ölü veya ölen kişi, öldüğü veya öldürüldüğü anda yeni bir yaşama kavuşmasaydı, Allah, kimsenin ölümüne karar vermez ve ölümünü mümkün kılmazdı. Bunların tümü, O’nun elindedir. Öyleyse, ölen kişi için kaybolmak asla yoktur.’’

Muhiddin Arabi, bu bölümde ölümü sade bir dille, açık bir biçimde anlatmaya çalışıyor. Görüldüğü kadarıyla, özellikle bir nokta dikkat çekiyor. Ölümden sonra bir yaşam vardır, ölüm bitiş değildir. Ölümlü bu dünya terk edildikten sonra, gidilen yerin özelliğine uygun bir yapı oluşur.
Muhiddin Arabi’ye göre İnsan, ölümden sonra, başka bir âlemde, o âleme uygun bir madde cinsinden yeni bir oluşum ve düzen kazanır. Bu nedenle, ölüm asla bir yok oluş değildir
İnsan bedeni, Muhiddin Arabi’ye göre, dünyaya ait, ölümle çözülen, dünyada kalan bir bileşkedir. Asıl yaşam sahibi ya da yaşam gücü, bedene can veren ve bedeni vasıta olarak kullanan ruhtur. Ruh, bulunduğu yerin özelliğine göre, özel formlar oluşturur. Bu onun yeteneğidir.
Kur’an-ı Kerim’de, her şeyin O’nu zikretmesi demek, var edilen hiçbir şeyin hareketsiz ve cansız kalmadığı demektir. Öyleyse, ölümden sonra, bazılarının dediği gibi, hareketsiz, beklemede kalınan bir yer ve zaman aralığı yoktur. Olmaması gerekir.


Gelecekte daha çok anlaşılacak;

 Fusus ül-Hikem’in gizemini çözmek için, uzmanlar araştırmalarını sürdürüyorlar. Aslında, Arabi’nin birçok yaklaşımı, şaşılacak derecede günümüzde ortaya atılan ölüm sonrası yaşam teorilerine uyuyor. Zaman içinde yapılacak çalışmalar sonucunda, bu gizemli kitabın, birçok bilinmeyeni açık bir biçimde ortaya koyacağı belirtiliyor.


Muhiddin Arabi. 1165 yılında İspanya’da Murciya’ da doğdu, 1240 yılında Şam’ da öldü. Yazdığı kitaplarda, geleceğe dönük kehanetlerde de bulunmustur. Ozellikle 'Mehdi" ile ilgili soyledikleri ilgi cekicidir.

Şeyhül Ekber Muhyiddin-i İbn-i Arabi -kuddise sırruh-’nin Fütuhat’ül Mekkiye’sinin 66. babında Mehdi ile ilgili kehanetleri soyledir:

“Allah’ın bir halifesi daha vardır ki, yeryüzü zulüm ve haksızlıklarla dolu olduğu zaman zuhur edecektir. Yeryüzünü adalet ve sükûnetle dolduracaktır. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-’in yolundan gidecektir. O hiç yanılmayacaktır. Çünkü onun, görmediği yerde doğrultan meleği vardır. Hakkı ayakta tutanlara yardım edecek, dediğini yapacak, bildiğini söyleyecek,

 
Allah ona o kadar güç verecek ki, bir gece içinde zulmü ve ehlini ortadan kaldıracak, dini ikâme edecek, İslâm’ı ihya edecek, önemsenmez bir hale geldikten sonra ona tekrar kıymet kazandıracak, onu ihya edecek.
 
Asrında cahil, bahil ve korkak olan bir adam, hemen âlim, cömert ve cesûr olacak. Kendisine karşı geleni ve kafa tutanı perişan edecek. Dini, Resulullah’ın -sallallahu aleyhi ve sellem- zamanında olduğu gibi aynen tatbik edecek. Halis ve hakiki dinden başka hiçbir mezhep kalmayacak.
 
Mehdi İstanbul şehrini Süfyan’ın elinden alacak. Düşmanları, ehli içtihad alimlerinin mukallidleri olacak. Çünkü onlar, Mehdi’nin kendi imamlarının tersine hükmettiğini gördüklerinde bundan hoşlanmayacaklar, fakat karşı da gelemeyecekler. Onun kılıncı kardaşlarıdır. Kılıncından korktukları için ister istemez hâkimiyetine boyun eğecekler.
 
Onun açık düşmanları fukaha olacak. Elinde kılıncı yani kardaşları olmasa idi katliyle fetva verirlerdi. Lâkin Cenâb-ı Hak, onu keremiyle ve kılınç ile tathir edecek, onlar ona itaat edeceklerdir. Çünkü halk arasında imtiyazları kalmayacak, hatta ahkam hususunda ilimleri de azalacak. Mehdi’nin gelişiyle alimlerin hükümlerindeki ihtilâflar da giderilecek. Ondan hem korkacaklar hem de birşeyler umacaklar. Kalben ondan nefret edecekler, fakat buna rağmen ister istemez hükmünü kabul edecekler.”
 
Muhyiddin İbnül Arabi ks hz. mehdi zuhur ettiğinde ilk işinin yanaklarında sakal olmayan Arabistana hakim olan bir taifenin kökünü kazımakla işe başlayacağını haber vermiştir. Bu taife şu anda Vehhabilerdir. Yanaklarında sakal yoktur. Kılıçtan geçirme işlemine Mekkeden başlayacak.

https://insanveevren.wordpress.com/2011/04/24/reddedilen-kitap-fusus-ul-hikem-muhiddin-arabi/ 

http://gelecekyorumlari.blogspot.co.uk/2013/02/muhyiddin-i-arabi.html

Sayfalarindan alinti yapilarak hazirlanmistir. Emegi gecenlere tesekkurler!


Sevgiler!

Aasmaestefan@gmail.com

26 Mart 2015 Perşembe

Incil'de Yok Edilecegi Soylenen Babil, Amerika Olabilir




Incil'de Tanri'nin gokten gonderecegi yardimla, Dunya'ya ve insanliga zulm etmis guclu krallarin yasadigi bir ulkenin yok edilecegi anlatiliyor. Babil diye gecen bu yer, Mezopotamya diye algilansa bile, dikkatli okundugunda Amerika oldugu anlasiliyor. Cunku New York'un 'Babil' olarak gorulmesinin sebebi, onu temsil eden 'Ozgurluk heykelidir'. O heykel Babili temsilen, Misir icin yapilmisti ve masraflarının bir bölümü Osmanlılar tarafından ödenmisti. Cunku o kadin heykeli, Süveyş Kanalı'nin Akdeniz’e açıldığı yere dikilecekti. Verilen siparise gore: Heykel, firavunlar döneminin giysilerine bürünmüş bir kadın seklinde olacak ve elinde “Asya'nın ışığının Mısır'dan geldiğini” sembolize eden bir meşale olacaktı!

Heykel, Fransiz ünlü heykeltıraş Frederic Auguste Bartholdi'ye sipariş ediliyor, avansi veriliyor ve heykel birkaç senede tamamlaniyor. Ancak; Süveyş Kanalı projesiyle ilgilenen Said Paşa ölünce yerine gelen İsmail Paşa, Müslüman bir coğrafyada heykel olmaz diyerek heykeli istemiyor.


Süveyş kanalı 1869’da dünyanın dört bir tarafından gelen davetlilerin katıldığı törenlerle heykelsiz olarak açıliyor.Heykeltıraş Bartholdi'nin eseri Paris'te bir depoya konuyor.

O yıllarda Fransa ile Amerika Birleşik Devletleri arasında sıkı işbirliği başliyor. Fransız-Amerikan dostluk grubu lideri, Amerikalıların Fransa’nın dostluğunu daima hatırlamaları için bir heykel hediye etmek istiyor. Heykel; bir elinde hukuku simgeleyen bir kitap tutacak, diğer elinde de “dünyayı aydınlatan özgürlüğün sembolü” olan bir meşale taşımalıydı.

Sipariş, aynı heykeltıraşa, Frederic Auguste Bartholdi'ye veriliyor. Bartholdi Süveyş kanalı için yaptığı heykelin ellerinde, kollarında ve yüzünde değişiklik yaparak teslim ediyor.

Heykel 25 Ekim 1886’da New York’ta açıliyor. Bu heykel sadece New York'un degil. Amerika'nin sembolu haline geliyor. En basta Mezopotomya topraklari icin yapilan bu kadin heykeli Misir'a hitap ettigi icin kutsal kitaplarda 'Misir'in kizi' diye tarif ediliyor. Basindaki yedi oklu tac ise yedi kralin ortakligini temsil ettigi belirtiliyor.


Ben yaptigim bir astral yolculukta; 2018'de Amerika'ya havadan, Dunya disi varliklarin saldirisi olacagini ve ulkenin yerle bir olacagini gormustum. New York uzerine yagan buyuk kaya parcalarini ve batan binalari gordum. Toz bulutu gordum. Bundan etkilenerek bu arastirmayi yaptim. Cunku Incil'de, Babil diye hitap edilen,kadin olarak dusunulen ulke Amerika'dir. Amerika'nin gokten gelecek felaketlerle yok edileceginden bahsediliyor olabilir. Amerika yeni Atlantis'dir. Ayni kaderi paylasabilir.

Ilk olarak Jeremiah 46:24'te gecen Misir'in bakire kizi olarak tarif edilen, Ozgurluk Aniti' icin. O, utanmali ve Kuzeyli insanlarin eline gecmelidir diyor. (Bana gore ozgurluk heykeli gucun semboludur. Burda anlatilmak istenen; gucun artik kuzeyli insanlarin eline verilecegidir. Bence o Kuzeyliler Ruslar olabilir.) 

Yine Jeremiah 50:12-13 ve devaminda New York ve Amerika'nin yok edilisi anlatiliyor. Onlarin yer altindaki ambarlarinin yok edilecegi anlatiliyor. Orada toplanmis tum farkli uluslarin kendi esas ulkelerine geri donecekleri, orda yasayan israil ogullarindan kurtulanlarin kendi topraklarina geri donecekleri belirtiliyor.

Isa.: 47'nin tamaminda, Ezeikel 38'de Rev.18 ve diger bir cok yerde; ulkelere ve insanlara zulm etmis, bircok ulusun birlesmesinden olusan Babil'in hesap gunu oldugunu ve cezalandirilacagi anlatiliyor.

Simdi incil'e goz atalim.


 Vahiy 17
 1 Yedi tası alan yedi melekten biri gelip benimle konuştu: “Gel!” dedi. “Sana engin suların kenarında oturan büyük fahişenin çarptırılacağı cezayı göstereyim. 2 Dünya kralları onunla fuhuş yaptılar. Yeryüzünde yaşayanlar onun fuhşunun şarabıyla sarhoş oldular.”3 Bundan sonra melek beni Ruh'un yönetiminde çöle götürdü. Orada yedi başlı, on boynuzlu, üzeri küfür niteliğinde adlarla kaplı kırmızı bir canavarın üstüne oturmuş bir kadın gördüm. 4 Kadın, mor ve kırmızı giysilere bürünmüş, altınlar, değerli taşlar, incilerle süslenmişti. Elinde iğrenç şeylerle, fuhşunun çirkeflikleriyle dolu altın bir kâse vardı. 5 Alnına şu gizemli ad yazılmıştı:

BÜYÜK BABİL, DÜNYA FAHİŞELERİNİN VE İĞRENÇLİKLERİNİN ANASI
 
6 Kadının, kutsalların ve İsa'ya tanıklık etmiş olanların kanıyla sarhoş olduğunu gördüm. Onu görünce büyük bir şaşkınlığa düştüm. 7 Melek bana, “Neden şaştın?” diye sordu. “Kadının ve onu taşıyan yedi başlı, on boynuzlu canavarın sırrını ben sana açıklayayım. 8 Gördüğün canavar bir zamanlar vardı, ama şimdi yok. Biraz sonra dipsiz derinliklerden çıkacak ve yıkıma gidecek. Yeryüzünde yaşayan ve dünya kurulalı beri adları yaşam kitabına yazılmamış olanlar canavarı görünce şaşacaklar. Çünkü o bir zamanlar vardı, şimdi yok, ama yine gelecek.
 

9 “Bunu anlamak için bilgelik gerek. Yedi baş, kadının üzerinde oturduğu yedi tepedir; aynı zamanda yedi kraldır. 10 Bunların beşi düştü, biri duruyor, ötekiyse henüz gelmedi. Gelince kısa süre kalması gerek. 11 Yaşamış, ama şimdi yok olan canavarın kendisi sekizinci kraldır. O da yedilerden biridir ve yıkıma gitmektedir. 12 Gördüğün on boynuz henüz egemenlik sürmemiş on kraldır; canavarla birlikte bir saat egemenlik sürmek üzere yetki alacaklar. 13 Düşünce birliği içinde olan bu krallar güçlerini ve yetkilerini canavara verecekler. 14 Kuzu'ya karşı savaşacaklar, ama Kuzu onları yenecek. Çünkü Kuzu, rablerin Rabbi, kralların Kralı'dır. O'nunla birlikte olanlar, çağrılmış, seçilmiş ve O'na sadık kalmış olanlardır.”
 
15 Bundan sonra melek bana, “Şu gördüğün sular –fahişenin kenarında oturduğu sular– halklar, toplumlar, uluslar ve dillerdir” dedi. 16 “Gördüğün canavarla on boynuz fahişeden nefret edecek, onu perişan edip çıplak bırakacaklar. Etini yiyip kendisini ateşte yakacaklar. 17 Çünkü Tanrı, amacını gerçekleştirme isteğini onların yüreğine koymuştur. Öyle ki, Tanrı'nın sözleri yerine gelinceye dek krallıklarını canavara devretmekte sözbirliği edecekler. 18 Gördüğün kadın dünya kralları üzerinde egemenlik süren büyük kenttir.”
 
 Vahiy 18

1 Bundan sonra büyük yetkiye sahip başka bir meleğin gökten indiğini gördüm. Yeryüzü onun görkemiyle aydınlandı. 2 Melek gür bir sesle bağırdı:
“Yıkıldı! Büyük Babil yıkıldı!
Cinlerin barınağı,
Her kötü ruhun uğrağı,
Her murdar ve iğrenç kuşun sığınağı oldu.
3 Çünkü bütün uluslar
Azgın fuhşunun şarabından içtiler.
Dünya kralları da
Onunla fuhuş yaptılar.
Dünya tüccarları
Onun aşırı sefahatiyle zenginleştiler.”
4 Gökten başka bir ses işittim:
“Ey halkım!” diyordu.
“Onun günahlarına ortak olmamak,
Uğradığı belalara uğramamak için çık oradan!
5 Çünkü üst üste yığılan günahları göğe erişti,
Ve Tanrı onun suçlarını anımsadı.
6 Babil nasıl davrandıysa, karşılığını ona aynen verin,
Yaptıklarının iki katını ödeyin.
Hazırladığı kâsedeki içkinin
İki katını hazırlayıp ona içirin.
7 Kendini yücelttiği, sefahate verdiği oranda
Istırap ve keder verin ona.
Çünkü içinden diyor ki,
‘Tahtında oturan bir kraliçeyim, dul değilim.
Asla yas tutmayacağım!’
8 Bu nedenle başına gelecek belalar
–Ölüm, yas ve kıtlık–
Bir gün içinde gelecek.
Ateş onu yiyip bitirecek.
Çünkü onu yargılayan Rab Tanrı güçlüdür.
9 “Kendisiyle fuhuş yapan ve sefahatte yaşayan dünya kralları onu yakan ateşin dumanını görünce onun için ağlayıp dövünecekler. 10 Çektiği ıstıraptan dehşete düşecek, uzakta durup,
‘Vay başına koca kent,
Vay başına güçlü kent Babil!
Bir saat içinde cezanı buldun’ diyecekler.
11 “Dünya tüccarları onun için ağlayıp yas tutuyor. Çünkü mallarını satın alacak kimse yok artık. 12-13 Altını, gümüşü, değerli taşları, incileri, ince keteni, ipeği, mor ve kırmızı kumaşları, her çeşit kokulu ağacı, fildişinden yapılmış her çeşit eşyayı, en pahalı ağaçlardan, tunç, demir ve mermerden yapılmış her çeşit malı, tarçın ve kakule, buhur, güzel kokulu yağ, günnük, şarap, zeytinyağı, ince un ve buğdayı, sığırları, koyunları, atları, arabaları ve köleleri, insanların canını satın alacak kimse yok artık.
14 “Diyecekler ki,
‘Canının çektiği meyveler elinden gitti,
Bütün değerli ve göz alıcı malların yok oldu.
İnsanlar bunları bir daha göremeyecek.’
15 Babil'de bu malları satarak zenginleşen tüccarlar, kentin çektiği ıstıraptan dehşete düşecekler. Uzakta durup ağlayacak, yas tutacaklar. 16 “ ‘Vay başına, vay!’ diyecekler.
‘İnce keten, mor ve kırmızı kumaş kuşanmış,
Altın, değerli taş ve incilerle süslenmiş
Koca kent!
17-18 Onca büyük zenginlik
Bir saat içinde yok oldu.’
“Gemi kaptanları, yolcular, tayfalar, denizde çalışanların hepsi, onu yakan ateşin dumanını görünce uzakta durup, ‘Koca kent gibisi var mı?’ diye feryat ettiler. 19 Başlarına toprak döktüler, yas tutup ağlayarak feryat ettiler:
‘Vay başına koca kent, vay!
Denizde gemileri olanların hepsi
Onun sayesinde, onun değerli mallarıyla
Zengin olmuşlardı.
Kent bir saat içinde viraneye döndü.’
20 Ey gök, kutsallar, elçiler, peygamberler!
Onun başına gelenlere sevinin!
Çünkü Tanrı onu yargılayıp hakkınızı aldı.”
21 Sonra güçlü bir melek değirmen taşına benzer büyük bir taşı kaldırıp denize atarak şöyle dedi:
Koca kent Babil de
İşte böyle şiddetle atılacak
Ve bir daha görülmeyecek.
23 Artık sende hiç kandil ışığı parlamayacak.
Sende artık gelin güvey sesi duyulmayacak.
Senin tüccarların dünyanın büyükleriydi.
Bütün uluslar senin büyücülüğünle yoldan sapmıştı.
24 Peygamberlerin, kutsalların
Ve yeryüzünde boğazlanan herkesin kanı
Sende bulundu.”

Vahiy 19

11 Bundan sonra göğün açılmış olduğunu, beyaz bir atın orada durduğunu gördüm. Binicisinin adı Sadık ve Gerçek'tir. Adaletle yargılar, savaşır. 12 Gözleri alev alev yanan ateş gibidir. Başında çok sayıda taç var. Üzerinde kendisinden başka kimsenin bilmediği bir ad yazılıdır. 13 Kana batırılmış bir kaftan giymişti. Tanrı'nın Sözü adıyla anılır. 14 Beyaz, temiz, ince ketene bürünmüş olan gökteki ordular, beyaz atlara binmiş O'nu izliyorlardı. 15 Ağzından ulusları vuracak keskin bir kılıç uzanıyor. Onları demir çomakla güdecek. Her Şeye Gücü Yeten Tanrı'nın ateşli gazabının şarabını üreten masarayı kendisi çiğneyecek. 16 Kaftanının ve kalçasının üzerinde şu ad yazılıydı:
 
(Isa ve ordusunun yardima gelisi anlatiliyor olabilir)

KRALLARIN KRALI VE RABLERİN RABBİ
17-18 Bundan sonra güneşte duran bir melek gördüm. Göğün ortasında uçan bütün kuşları yüksek sesle çağırdı: “Kralların, komutanların, güçlü adamların, atlarla binicilerinin, özgür köle, küçük büyük, hepsinin etini yemek için toplanın, Tanrı'nın büyük şölenine gelin!”
19 Sonra canavarı, dünya krallarını ve onların ordularını, ata binmiş Olan'la O'nun ordusuna karşı savaşmak üzere toplanmış gördüm. 20 Canavarla onun önünde doğaüstü belirtiler gerçekleştiren sahte peygamber yakalandı. Sahte peygamber, canavarın işaretini alıp heykeline tapanları bu belirtilerle saptırmıştı. Her ikisi de kükürtle yanan ateş gölüne diri diri atıldı. 21 Geriye kalanlar, ata binmiş Olan'ın ağzından uzanan kılıçla öldürüldü. Bütün kuşlar bunların etiyle doydu.

Yeşaya 15

Bakın, RAB ateşle geliyor,
Savaş arabaları kasırga gibi.
Şiddetli öfkesini,
Azarını alev alev dökmek üzere.
16 Çünkü O bütün insanlığı ateş ve kılıçla yargılayacak,
Pek çok kişiyi öldürecek.
 
Jeremiah 50
2-Uluslara duyurun, haberi bildirin!
Sancak dikip duyurun, hiçbir şey gizlemeyin! 
Babil ele geçirilecek’ deyin, 
İlahı Bel utandırılacak,
İlahı Marduk paramparça olacak.
Putları utandırılacak,
İlahları paramparça olacak.
3- Çünkü kuzeyden gelen bir ulus ona saldıracak,
Ülkesini viran edecek.
Orada kimse yaşamayacak,
İnsan da hayvan da kaçıp gidecek.
 

8- Babil’den kaçıp kurtulun!
Kildan ülkesini terk edin,
Sürüye yön veren teke gibi olun!
9-Çünkü birbiriyle anlaşmış büyük ulusları
Kuzeydeki topraklardan kışkırtıp
Babil’in karşısına çıkaracağım.
Babil’le savaşmak üzere karşısına dizilecek,
Onu kuzeyden ele geçirecekler.
Okları usta savaşçı oku gibidir,
Hiçbiri boş dönmeyecek.
Rab Babil’i Yargılayacak

23 Dünyanın balyozu
Nasıl da kırılıp paramparça oldu!
Babil uluslar arasında nasıl dehşet oldu!
24 Senin için tuzak kurdum, ey Babil,
Bilmeden tuzağıma düştün.
Bulunup yakalandın,
Çünkü RAB’be karşı çıktın.
25 RAB silahhanesini açtı,
Öfkesinin silahlarını çıkardı.
Rab’bin, Her Şeye Egemen RAB’bin
Kildan ülkesinde yapacağı iş var.
26 Uzaktan ona saldırın.
Ambarlarını açın,
Mallarını tahıl gibi küme küme yığın.
Tamamen yok edin onu,
Geriye hiçbir şey kalmasın.
27 Genç boğalarını öldürün,
Kesime gitsinler!
Vay başlarına!
Çünkü onların günü,
Cezalandırılma zamanı geldi.  
 35Kildaniler’e karşı kılıç!” diyor RAB,
“Babil’de yaşayanlara, Babil önderlerine,
Bilgelerine karşı kılıç!
36 Sahte peygamberlere karşı kılıç!
Aptallıkları ortaya çıkacak.
Yiğitlerine karşı kılıç!
Şaşkına dönecek onlar.
37Atlarına, savaş arabalarına
Aralarındaki yabancılara karşı kılıç!
Hepsi kadın gibi ürkek olacak.
Hazinelerine karşı kılıç!
Yağma edilecek onlar.
38 Sularına kuraklık!
Kuruyacak sular.
Çünkü Babil putlar ülkesidir,
Korkunç putlar yüzünden halkı çıldırmış.  

41 İşte kuzeyden bir ordu geliyor.
Dünyanın uçlarından
Büyük bir ulus
Ve birçok kral harekete geçiyor.
42Yay, pala kuşanmışlar,
Gaddar ve acımasızlar.
Atlara binmiş gelirken,
Kükreyen denizi andırıyor sesleri.
Savaşa hazır savaşçılar
Karşına dizilecekler, ey Babil kızı!
43 Babil Kralı onların haberini aldı,
Ellerinde derman kalmadı.
Doğuran kadın gibi
Üzüntü, sancı sardı onu.  

45 Bu yüzden RAB’bin Babil’e karşı ne tasarladığını,
Kildan ülkesine karşı ne amaçladığını işitin:
“Sürünün küçükleri bile sürülecek,
Halkı yüzünden otlakları çöle dönüştürülecek.
46Babil düştü’ sesiyle yeryüzü titreyecek,
Çığlığı uluslar arasında duyulacak.

 
    Jeremiah 46:24

    Mısır'in kizi utandırılacak,
    Kuzey halkının eline teslim edilecek.
Isaiah 47:
            47:1 ‹‹Ey Babil, erden kız,
            İn aşağı, tozlarin uzerine otur.
            Ey Kildani kızı,
            Tahtın yok artık, yere otur.
            Bundan böyle, ‹Nazik, narin› demeyecekler sana.
47:2  Bir çift değirmen taşı al da un öğüt,
Çıkar peçeni, kaldır eteğini.
Baldırını aç, ırmaklardan geç.
47:3  Çıplaklığın sergilenecek, mahrem yerlerin görünecek.
Öç alacağım, kimseyi esirgemeyeceğim.››
          47:5 RAB diyor ki, ‹‹Ey Kildani kızı,
         Karanlığa çekilip sessizce otur.
         Çünkü bundan böyle ‹Ülkeler kraliçesi› demeyecekler sana.

47:7 ‹Sonsuza dek kraliçe olacağım› diye düşünüyordun,
Bunları aklına getirmedin, sonuçlarını düşünmedin.
47:10  ‹‹Kötülüğüne güvendin,
‹Beni gören yok› diye düşündün.
Bilgin ve bilgeliğin seni saptırdı.
İçinden, ‹Kraliçe benim, başkası yok› diyordun.

47:11  Ne var ki, felakete uğrayacaksın.
Onu durduracak büyü yok elinde,
Başına gelecek belayı önleyemeyeceksin.
Üzerine ansızın hiç beklemediğin bir yıkım gelecek.
          47:14  ‹‹Bak, hepsi anızdan farksız,
         Ateş yakacak onları.
          Canlarını alevden kurtaramayacaklar.
          Ne ısınmak için kor,
         Ne de karşısında oturulacak ateş olacak.

  Daniel 7:3-4 te bahsedilen Aslan ingiltere'yi Kartal, Amerika'yi temsil ediyor.   7:5'te bahsedilen 'ayi' Rusya'yi temsil ediyor.7:6'da bahsedilen ulke ise Iran'dir.

Rev.18:5-6-7-8-9-10
Genesis 18:20
Jonah 1:2
Psalms 137:8
Ezekiel 28:12
Zephaniah 2:15
Zechariah 2:6-8 de hep ayni cezalandirma anlatilmis.
 
Daha bircok ornek var ama hepsini yazmak istemedim.Benim ongorum Rusya, bazi ulkelerle birlikte, Uzaydan gelen yardimla New York'u Amerika'yi yikacak. Uzaydan gelen yardimin Isa ve beraberinde getirecegi bir ordu olmasi ihtimali cok yuksek.

Sevgiler
Aasmaestefan@gmail.com
 
 
 
 


25 Mart 2015 Çarşamba

Bulgar Kahin Vanga'nin Bilinmeyen Kehanetleri

 

Gordugu Eterik Bedenler Hakkinda Soyledikleri:
"...Onları yaklaşık bir yıldır görüyorum. Onlar saydamlar. Görüntüleri, insanın sudaki aksini andırır. Balık pulları gibi parlayan metal zırhlar giyiyorlar. Sanki arala-' rında kadınlar da var. Saçları yosunlarj andırır, kaz tüyü gibi yumuşaktır; başlarının etrafını hale gibi çevreler. Bazen arkalarında kanada benzer çıkıntıları olur. Çok sıkça, Petrich'e döndüğümde onları odada oturur vaziyette buluyorum. Onlarla konuşuyorum. Bazen bahçe kapısına varmadan, daha uzaktan ağıda benzer sesler duyuyorum, sanki bir koro melodisi gibi..."
Vamfim gezegeninden geldiğini söylüyorlar, veya ben o şekilde duyuyorum. Üçüncü sırada olan gezegendir.
 Bana bunu söylemiyorlar, zaten ben de anlayamıyorum. Buraya hangi amaçla geldiklerini de söylemiyorlar. Bazen biri elimi tutup kendi dünyasına götürüyor. Gidiyorum. Yıldızların serpildiği yerin üstünde yürüyorum, sanki onları çiğniyorum. Eşlik ettiklerim çok hızlı hareket ediyorlar, zıplar gibi yürüyorlar. Gidiyorlar ve dönüyorlar. Onların yurdunda her şey olağanüstü güzellikte, kelimeler oradaki doğayı tasfir etmeye yetmez... Fakat bilmiyorum neden, hiçbir yerde ev göremiyorum...


Orada, onların yurdunda her şey iyi organize edilmiştir ve çok çalışılıyor. Varlıklar, Dünya ile aralarındaki en direk bağlantı olduğumu söylüyorlar. Dünyamızdan sadece birkaç kişiyle iletişime giriyorlar. Bizi kontrol ediyorlar.

Kendi dünyalarında gördüklerim ve duyduklarım hakkında konuşmama izin vermiyorlar.
Bazen aralarından birileri şöyle diyor: *Kısa süre için geliyoruz, hemen dönmemiz gerek. Bizden çok şey isteme ve çok fazla soru sorma, çünkü konuşmamız yasak..."

Bir gün, iki heykel getirdiler, tahminen onların çok ünlü adamlarından ikisinin heykeliydi. Tam nereye koyduklarını biliyorum, ama size söyleyemem.

Heykellerin biri, düşünceye dalmış, sanki eliyle başını desteklemiş bir erkeğe ait, diğeri ise dik duruyor, sağ elinde tabancayı andıran bir cisim tutuyor...
Heykelleri yerleştirirken, varlıklardan biri diğerine "insanların göremeyecekleri şekilde, biraz daha kenara bir yere koymamız gerekmiyor mu? " sorusunu yöneltti. Diğerinin cevabı 'Korkma, onların kör olduklarım görmüyor musun?" oldu."

"Eve girdim, alt kattaki salonun ortasında oturdum, onlar da etrafıma, çember oluşturarak oturdular. Yaşlı erkeklerdi, hatta ihtiyar diyebilirim, parlak giysiler giymişlerdi. Giysileri o kadar çok parlıyordu, ki, sanki salonu güneş aydınlatıyordu. Bana şöyle dediler: "Ayağa kalk ve dinle, biz sana geleceği anlatacağız. Hiçbir şeyden korkma, kapının önünde koruma bekliyor - "demir bir direk" (?). Anlatılanları aktaracağım zamanın henüz gelmediğini söylediler. Yalnızca şunu tekrar edebilirim : "Dünya birçok değişikliğe maruz kalacak. Çıkışlar ve inişler geçirecek. Dünyada denge dönemine, insanlarla konuşmaya başladığımız zaman girilecek!"

Ruh ve Reenkarnasyon
Ölümden sonra yok olan sadece bedendir. İnsanın içinde çürümeyen şey candır, ruhtur. O gelişmeye devam eder ve daha üst bir seviyeye ulaşır. Şöyle oluyor: önce cahil ölüyorsun, sonra öğrenci ölüyorsun, sonra yüksek lisans okumuş oluyorsun daha sonra bilim adamı veya toplumda yüksek kademede biri... Bu, ruhun yolculuğudur.


 
Vanga ölümü sadece fiziksel bir son olarak görmekte, benliğin ölüm sonrası korunduğunu düşünmekteydi. Deneyim kazanmak adına tekrar tekrar bedenlenen ruhsal varlık, minimum 150 kez reenkarne olurdu. Kahinin görüşüne göre Dünya'da en az 12 bin yıl süre geçiren insan, yeterli bir gelişme aşamasına ulaştığında başka gezegenlere gider. Orada eğitimin bir üst safhasına tabi tutulur. Öğretinin bir kısmı, hayat ve zeka yaratmak üzerinedir.

Genç ruhların ışığı turuncu renktedir. Daha yaşlı olanların, eflatun. En yaşlılar ise koyu mor renkte ışıldarlar. Beyaz ve siyah ruhlar vardır. Siyahlar asla beyaza dönüşmezler. Hatta o kapkara renkleri solmaz bile. Cezaları ağırdır ve sonsuza dek sürer. Dünyada iken her birimizin ikişer ruhani öğretmeni vardır. Bu yol göstericiler görünmezdir ve karmaya müdahale etmelerine kesinlikle izin verilmez. Kaderi değiştiremezler, sadece bizi inceden yönlendirirler. Başka bir şey yapmalarına izin yoktur...

Cennet ve cehennem diye bir yer yoktur. Sadece çeşitli kademelerde eğitim vardır. Ölüm bir düzeltmedir.

Dünyadaki görevini tamamladığın zaman ya üst seviyeye çıkıyorsun ya da vazifeni tam olarak yerine getiremediysen aynı seviyede kalıyorsun. Dünyaya her yeni gelişimizde belleğimizi siliyorlar. Karma tarafından yazılan yeni kaderimizi yaşarken belleğimizi alıyorlar. Biz ailemizi kendi inisiyatifimizle seçiyoruz. Daha doğmadan evvel. Ve asla onlarla aynı seviyede olmuyoruz. Böylece kendi çocuklarımız ile de... Reenkarne olmaya en alt seviyeden başlıyoruz, bu süreç yaratıcı güçle birleşmemize kadar devam ediyor.


Vanga'nın reenkarnasyona olan inancı tartışmasızdır. Kahin her varlığın kendi ruhsal evrimini yaşadığına dikkat çekmektedir. Belki bu açıdan düşünecek olursak, insanlar arasındaki doğuştan olan farklılıklar her ne kadar adil görünmese de bir anlam kazanmış olur. Mesela neden bazıları daha zeki, daha yoksul vey a zengin, bazıları daha yetenekli doğar. Bir kısmı ise tamamen rutin bir hayat yaşarlar. İnsanlar yeniden hayat buldukları bedende eski benliklerine dair anıları unuturlar, fakat önceki yaşamlarında edindikleri tecrübeler doğuştan yetenek ve yeteneğin sayesindeki başarılar ile kendini ortaya çıkarır. Ruh gelişimi alt seviyeden üst seviyelere doğru olmasına rağmen, bazen tersi sürecin işlediği de görülür.

Ünlü kahinin konuşmalarından, ruhsal varlıkların bulundukları "öte hayatta" görme, duyma, tad alma gibi duyularını muhafaza ettikleri sonucuna ulaşıyoruz. Dünyada geçirdikleri süreyle ilgili anılarını muhafaza ediyorlar, yakınlarının yaşantılarına ilgi duymaya devam ediyorlar, onlarla ilgili soru sorup, öğüt veriyorlar. Çok defa da sevdikleri bir yiyecekten içecekten bahsettikleri olur. Anlaşılan o ki, dünyadaki hayatla ilgili bağları tam olarak kopmamıştır.

Ruh ölmez. Sadece kötülerin ruhları kötü olur ve onları yukarı almazlar. Onlar reenkarne olmaz.

Reenkarnasyon:
Reenkarnasyon vardır, ama tüm ruhları kapsamaz. Tekrar dünyaya gelenler iyi ve en iyi ruhlardır. (Trud Gazetesinden) Kimlerin yeniden doğacağı ve dünyaya tekrar kaç kez gelindiği konularıyla, ilgili farklı çevrelerde farklı görüşler belirtilir. Bir kısım düşünür, ruhun bir kez dünyaya gelmesiyle, en üst seviyeye ulaşana kadar yüzlerce kez (777 sefere kadar) tekrar doğabileceği görüşünü savunur. Vanga'ya göre, ruhsal gelişimini tamamlamak için varlık en az 150 kez reenkarne olmak zorundadır. Diğer bir görüş ise, Çan'ın son derece kıymetli bir hediye olduğunu ve onu geliştirme şansını kaçıran ruhların (kötülüğü yenemeyenler) reenkarne olma şansını da yitirdikleridir. Böylece sonsuza kadar gelişme şansını kaybeden ruhlar irade ve benlikten yoksun kalırlar. Kahin, bu ikinci görüşü savunmaktadır. "Kötü” ruhların yeniden doğma fırsatını elde edemeyeceklerine dikkat çeker. Bu görüşünü destekleyen başka cümleleri de vardır:

Çok kişi bana gelip soruyor: "Bana önceki hayatımda nasıl biri olduğumu söyle." Ben de cevap veriyorum: "Sana önceki hayatının olduğunu kim söyledi?" Başkaları şunu sorar: "Bir sonraki hayatımda kim olacağım?” Cevap veririm: "Sana sonraki hayatının olacağını kim söyledi? Sen şimdiki hayatına bak ve daha iyi biri olmaya özen göster." (Şair Peter Bakov'un anlatımı)

Parapsikolojik olayları ve tecrübeleri inceleyen uzmanlar, ruhun beden dışına çıktığında aşması gereken bir enformasyon-enerji bariyerinin varlığından bahsetmekteler. Öteki, "ruhsal" aleme geçiş ancak bu bariyerden geçişle mümkün olmaktadır. Transferin gerçekleşme aşamasındaki zorluk derecesi ise, insanın kendi iç ruhsal temizliği ile bağlantılıdır. Ruhsal gelişimi yeterli olmayan, örneğin maddiyata düşkün birinin fiziki olmayan dünyaya geçişi sadece ölümü halinde mümkün hale gelmektedir. Daha iyi anlayabilmek için, gözümüzde enformasyon- enerji bariyerini bir piramit olarak canlandıralım. Piramidin tabanı, en alt seviyede gelişmiş ruhların kat etmesi gereken mesafe olur; tepesi ise ruhsal arınması tamamlanmış varlıkların "transfer" noktasını oluşturur. Buna göre gelişimi az olanın, "ruhani aleme" e girebilmek için tabandan başlayarak yukarı, tepeye kadar tüm mesafeyi kat etmesi gerekirken, "asil" ve temiz varlık için mesafe çok kısadır ve rahatlıkla, fazla enerji harcamadan irtibata girip çıkabilmektedir. Petrich'li kahinin ruhsal zenginliğini düşündüğümüzde, onun fiziki olmayan alem ile problemsiz iletişimi bizleri bu açıdan şaşırtmamaktadır. Piramit bariyerin farklı seviyelerinden geçen ruhların birbiriyle kontağa girmeleri mümkün değildir.Belki de ölüm, kaybettiğimiz kıymetli insanlara kavuşacağımızın garantisi değildir, çünkü çeşitli gelişimde olan bizlerin farklı farklı boyutlara gitmesi olasıdır. Bu açıdan baktığımızda, bazı ruhsal varlıkların kahine başka cansız varlıklarla ilgili sorular sormalarına bir anlam verebiliriz.

Kuşkusuz hepimiz tekrar dünyaya gelmeyi arzu ederiz. Bu sonun olmayacağına dair bir ümidimizdir, şüphesiz en büyük isteğimizdir. Hayata tekrar geleceğimize dair inanç, tekrar bir yaşama şansı vermektedir, fakat aynı zamanda "iyiliklerimizi ertelememiz" sakıncası da doğurmaktadır. Bu hayatta yapabileceği iyi şeylerin maksimumunu uygulamayan birini, "iyiliklerini" bir sonraki hayatına erteleyebileceğim düşündürerek yanılgıya düşürür. Bu şekildeki bir düşünce yapısı kişinin ruhsal gelişimini yavaşlatır. Vanga'nın dediği gibi, tekrar dünyaya gelip gelmeyeceğimizi kim bilebilir? Yaşanacak yalnızca bir ömrümüz varmış gibi içini tıka basa iyiliklerle doldurmamız gerekir...

Kahin çevresine, evvelki yaşamında bir kadın firavunun kızı olduğunu; annesinin rüyasında görünüp şu an yaşadığı Paris'e onu görmek için çağırdığıni paylaşmıştır. O zamanki komünist yönetim olası ajanlık suçlamalarını bertaraf etmek için kahinin ülke dışına çıkmasına izin vermemiştir.

Vanga'nın, ruhun bedene (maddeye) gelişiyle ilgili sözleri oldukça enteresandır:    

Ruh:
Ruh Semalardan bir güneş ışınıyla inip, cenine yerleşir. Henüz doğmamış olmasına rağmen artık o bağımsız yaşar.
Ruhlar bardaktaki su gibi saydam ve renksizdirler. Fakat onlar ışıldar, onlardan ışık yayılır. Aynı insanlar gibi davranırlar -oturuyorlar, yürüyorlar, gülüp ağlıyorlar... beni rahat bırakmıyorlar. Uykumdan uyandırıp: "Kalk! Çalışma zamanıdır*.“ diyerek çağırırlar. Son zamanlarda bana "Korkma ! Dünya yok oluşa doğru gitmiyor.“diyorlar.

"Ölüm sonrası hayat vardır! Kendi gözlerinizle yanıma konuşmak için gelen ruhları göremiyorsunuz, onlar ölüm sonrası gidilen yerden geliyorlar. Elli, yüz yıl evvel hayata veda edenlerle ben nasıl konuşabiliyorum? Onlar kayıp olan ki iler mi ki! E eger tamamen kayıp olsalardı, gömüldükleri toprağın içinde yok olsalardı onları nasıl görebilirdim? Yakınlarının doğruluğunu onayladıgı bunca detaylı bilgiye nasıl ulaşabilirdim? İsimlerini ve görünüşlerini nasıl ayırt edebilirdim, ki onların birçoğu gelen yakınlarından özellikle bir takım taleplerde de bulunuyorlar..."


Kozmik Düzen
Dünya, kainat ve içindeki her bir canlı belirlenmiş bir kozmik ritm ve düzene tabidir. Düzen içerisindeki en küçük sapma bile çok büyük ve telafisi olmayan sonuçlara götürebilir ve neticesinde bedelini ağır öderiz.

 
Cok farklı kitaplar yazılmıştır, fakat insan, ruhani ve fiziksel hayatın olduğunu ve hepimizin üzerinde bir güç olduğum idrak edemeden, nihai gerçeğe (yanıta) ulaşamaz.

Tanrı, ışığından bakamayacağın dev bir ateş topudur. Sadece ışık, Başka bir şey görünmüyor. Eğer biri sana Tanrı'yı gördüğünü söylerse, ona inanma.
 

 
Tanrı var, ve eğer sessiz olursanız, taşlar bile onunla ilgili konuşacaktır. Körlerin ışığın varlığını bildikleri gibi, sakatların sağlıkli İnsanların olduğum bildikleri gibi, sağlıklı insanların da Tanrının varlığını bilmeleri gerekir.

Ben kırk yıldır transa giriyorum ama ne Tanrıyı gördüm ne de Hz. İsa'yı. Fakat biliyorum, Tanrı ateş ve ışıktır!
 
 
(Heykeltıraş İvan Varchev'e söylemiş)

"...Biz daimiyiz ve de yalnız değiliz. Evrensel bütünlüğün bir parçasıyız. Şunu bil ki, Tanrı her şey değildir. Çünkü her şey çok fazladır, her şey ondan bile fazladır. Tahmin bile edemezsin... Her birimiz bir gizemiz, çünkü Hakikati üretiyoruz... Biz hepimiz Tanrıyız ve Tanrı içerisinde tüm ruhları barındırır. Başka bir deyişle biz gelişmekte olan tanrıyız ve yürümemiz gereken yoldan gidiyoruz... Kaderimizden...

Biz ve çevremizdeki her şey bir bütünün parçasıyız, ayrı değiliz. Bütünle bağlantılıyız, yalnız değiliz..."

Vanga, tüm varlıkların ortak bir Kozmik Zeka oluşturduğundan söz eder. Bundan dolayı her birimiz kendi zekamızı, yaratıcılığımızı geliştirmek sorumluluğunu taşıyoruz. Var olanın temel vazifesi dünyasal, maddesel yaratıcılık değildir, kendi zihinsel gelişimini ilerleterek, Ortak Zeka'nın gelişmesine katkı sağlamaktır. Kahin, zihinsel çalışmalarımızın ürünü olan bilgisayar teknolojilerinin doğru yol olmadığına işaret etmektedir.


ileride daha güçlü veya daha zengin olma mücadelesi sona erecek. Çünkü önemli olan, daha akıllı olmaktır, zira Bilinç (Zeka) ortaktır, kolektiftir. Parçalara ayrılamaz. Ve en Önemlisi, evrendeki her şeyin oluşturduğu Ortak Bilinç, şu anki bilgisayar gibi şeylere karşı mücadele verecektir.

Her birimiz evrenin mikroskobik bir parçasıyız ve hepimiz biriz. Her birimizin benzersiz olmasına karşın bir bütünü oluşturuyoruz.

Her insan, kim olursa olsun, dünyaya belli bir görev ile gelmiştir Hayatı her alanda yaşatmak ve onun, şu anda bilemeyeceğimiz bir takım kozmik hedefler doğrultusunda gelişimine katkıda bulunmak

Şurada bulunma sebebimiz, yaratıcı olmak vazifemizdir. Mekanı fikirlerle ve bilgelikle doldurmak için yaratılmışız. Varoluşun temeli bilinçtir ve bir gün düşüncenin avatarlari olan Budalara ve Asalara erişeceğiz.
Gece siz uyurken, sessizlikte ben göksel sesleri dinliyorum. Göğün çanlarının saat başı çaldığını ve tüm canlıların bu ritme cevap verdiğini duyuyorum. Çiçek ne zaman açacağını, horoz ne zaman öteceğini bilir.

Eğer her gördüğümü anlatabilseydim... Evrenin bildiğim fakat söyleyemediğim sırlari artık bir barajı dolduracak kadar birikti. Duvarın yıkılmasına az kaldı, fakat... O zaman Tanrı yardımcımız olsun! 


 Su maddesi,Vanga'ya göre canlı bir varlıktır. Güç tarafından, milyarlarca yıl evvel belli bir amaç ile gönderildi. Dünya'daki hayatı yaratma görevini üstlenmişti. Suyun yaratma gücü gibi, yok etme ve tekrar yaratma gücü de vardır. Dengenin negatife doğru kaydığı zamanlarda imha eder, sonra sakladığı bilgilerle sil baştan yaratır. Suda, olacaklara ilişkin her şey kodlanmıştır... Madde de canlıdır. Cansız madde diye bir şey yoktur, o sadece bizim hayal ürünümüzdür. Nuh tufanından evvel de tufanlar olmuştu. Dünya'daki biyolojik çeşitliliğin kurtarıcısı Nuh değil, sudur. Suda her şeyin bilgisi kaydedilir...

Petrich’li kahinin "Suda olacaklara ilişkin her şey kodlanmıştır" ve "suda her şeyin bilgisi kaydedilir"cümleleri, eski kutsal kitaplardaki metinler ve ezoterik kaynakların üstü örtülü bilgileriyle paralellik gösterir. Su elementi sembolü, bilgiyi sembolize eder. Buradaki suyla ilgili anlatımlar, farklı toplumların kutsal kitaplarında da geçer. Örneğin Tekvin Bölümü'nde dünyanın yaradılışıyla ilgili ilk satırlar şöyle başlar:

"Başlangıçta Allah gökleri ve yeri yarattı. Ve yer ıssız ve boştu, ve enginin yüzü üzerinde karanlık vardı; ve Allah'ın Ruhu suların yüzü üzerinde hareket ediyordu. "(Tekvin Bap 1/1-2) Bu ve başka kutsal metinlerde, yaratılışın ilk aşamasında daha suyun olması, sembolik anlamı göz ardı edildiği takdirde akla ve bilime aykırı gelir. Buradaki yaratılış evveli var olan su Vanga'ya göre yaratılış bilgisinin, donelerinin kayıtlı olduğu bir tür muhafazadır. Mısır Mitolojisinde de benzer bir tanım görüyoruz: "Nuh yaratılış öncesi var olan ve bütün yaşamın kendisinden çıkmış olduğu başlangıçtaki okyanustur. Nuh'nun derinliklerinden yaratılan ilk varlık ise Ra'dır."


Ancak araştırmacılar bu yoktan varoluşun ilk başlangıç olmadığını düşüncesindeler. Ezoterik kaynaklara göre bu yaratılış bizim devremizin, yani "Demir Çağın" başlangıcını teşkil eder. Burada Tanrı Nu olarak ifade edilen sembol. Mu Uygarlığı'na karşılık gelmektedir. Mu ile ilgili bilgilerin kayıtlı olduğu tüm eski yazıtlarda, insanlığın ilk ana vatanının Mu olduğu açık bir şekilde dile getirilmiştir. Mu'nun sulara gömülmüş olmasından dolayı, Mu'nun sembollerinden biri de denizdir. Burada hemen Vanga'nın Nuh Tufanı ile ilgili söylediklerini hatırlıyoruz. Kahine göre, canlıları kurtaran Nuh değil, su dur. Su, tufan öncesinde canlı varlıkların bilgisini kopyalayıp saklamıştır! Sonra da bu bilgilerden yararlanarak canlılar yeniden yaratılmıştır. Mısır mitolojisine göre ise Nuh, yaşamın kendisinden çıkmış olduğu okyanustur. Aradaki benzerlikler şaşırtıcıdır! Maalesef Kahin Vanga'nın çoğu kişi için uçuk ve anlaşılmaz gelen söylemleri, henüz ezoterik bilgiler ışığında incelenmemiştir.

Petrich'li kahinin evrende Dünya'mızın haricinde başka canlıların olduğunu söylediği ve hatta onların bir kısmı ile irtibata girdiği iddia edilir. Vanga'ya göre farklı farklı gelişim seviyelerine sahip olan evrendeki canlı varlıklar arasında bizler en alt seviyelerde bulunuyoruz. Gelişimde 3. seviyedeyiz. 26. seviyeden itibaren Yaratıcı ile direk kontağa izin verilir, 33. kademeye ulaşıldığında ise onunla birleşmek, Bir olmak, "O" olmak mümkün hale gelir... Bu şekildeki birleşmeler, "erimeler" sayesinde Yaratıcı ihtiyarladıkça gençleşiyor. Yaratıcı'nın sonsuz ve ebedi olma sebebi budur...


Cennet de cehennem de tamamen uydurma şeylerdir. Sadece bir tek güç var, o da Kozmik Armoninin gücü.
Bizden evvel dünyamızda çok daha eski uygarlıklar yaşamıştır...


 Kendimize aşık olup birbirimizi yok etmekten korunun. Ölüm önceden alınmış önlemdir, metamorfozdur. Ölümden çok daha kötü şeyler vardır. Henüz sen bunu bilemezsin, çünkü beynimizin sadece %5'ini kullanabiliyoruz... Ben onun sayesinde ve ondan dolayı görüyorum. DOĞA GİBİYİM... Bana söylenen bazı kelimeleri kesinlikle anlamıyorum, fakat ne derlerse onu aktarıyorum. Evet, ben okumamış, eğitim görmemiş biriyim lâkin benim dediklerimi sana kimse söyleyemez...  "Ruhların nereye gittiğini bilseydiniz, daha bir gün fazla yaşamak istemeyecektiniz. İyi ama onu görmek için, oğlunu, kızını, kardeşini, görmek için, seni karşılayacağı saati beklemen gerek. Senin onu araman doğru olmaz. Yakının seni karşılamak üzere gelecektir. Eğer ölümü arar da onun yanma daha önce gitmek için çabalarsan, bil ki bunu başarman mümkün değildir. Ruhunun bedende durması gereken zaman dolana kadar, sağda solda savrulup duracaksın. Günü ve saatini beklersen, sana kapıyı açacaklar ve seni üniversiteye alır gibi kabul edecekler, orada sana özel bir yer ayrılmıştır, seni alacaklar. Tersine, kızım öldü, oğlum öldü, zehir içip yanlarına gideceğim şeklinde düşünürsen, inan bu mümkün değil, gidemezsin; vakti henüz gelmemiştir..."

Ölenler aslında yaşamaya devam etmektedirler. Onlar aramızdadır, bizi seviyorlar ve hayatın ebedi gerçeklerine ulaşmamıza yardım etmeye çalışıyorlar. Bundan dolayı onlara, içtenlikle minnettar olmalıyız..." (168 Saat Gazetesi, 1995)


 Hz. İsa'nın saçları kıvır kıvır ve kısacıkmış. Gözleri iri ve siyah, burnu geniş, dudakları kalınmış. Anlaşılacağı üzere dış görünüşü tam bir Afrikalı gibiymiş, ki zaten Vanga onun için zenci kelimesini kullanmıştır. Kendi sözleriyle devam edelim:

"Hz. Musa'nın tam bir kopyası gibiymiş. Tekrardan dünyaya gelen bir Musa... Dışın içle, içteki ateşten vücut ile, ruh ile tamamen alakasız olduğunu biliyorsun değil mi? O çar oğludur. Geri kalanı da boş laflardır. Ve de Pleadların (Türkçede Ülker Yıldız Kümesi) oğludur, biliyorsun değil mi? Mavi ikiz yıldızlardan olan uzaylıların, Pleadların oğlu. O bir plead melezidir. Onlar her tür beden formuna girebilirler.

Yirmi üç - yirmi dört yaşlarına geldiğinde, onu yanlarına alıyorlar ve sonra belli bir zaman için "Ölüler Vadisi'ne" bırakıyorlar, Himalayalar'da bir yerlerde. Buda'nın da, daha sonraları Hz Muhammed'in de olduğu yer orasıdır. Ve tüm bu melez-uzaylıların... Kısaca dünyalı anne ve dünya dışı baba, çünkü onlar bazen, birkaç bin yılda bir dünyamızdaki seçilmiş kadınlarla birleşiyorlar...

Ölüler vadisinde İsa, matakmaların (mahatma) öğretisini görmüştür. Matakmalar bizim dünyamızdaki öğretmenlerimizdir. Yaklaşık sekiz yıllık bir eğitimden geçtikten sonra, birçok yeteneğini geliştirmiştir: levitasyon, iyileştirme gücü, çünkü dünya dışındakiler hasta olmamalarına rağmen, her hastalığı tedavi edebilirler. Onlar biliyorlar ve de İsa hemen hemen onlar gibi oldu. İstediği kadar meditasyon yapıp nirvanaya
ulaşıyor, kendi isteği ile bedeninden çıkabiliyor. Tamamen kendi isteğiyle ve istediği süre için...”

Kahin, konuşmanın devamında Hz.İsa'nın çarmıha gerildiği vakit bedeninin dışına çıktığı için (astral seyahat) hiçbir şey hissetmediğini anlatıyor. Ne çiviler çakılırken, ne kanı akarken hiçbir acı duyumsamaz. Bir Roma subayının dudaklarına ve vücuduna sirke ve başka merhemler sürdüğü doğrudur. Aslında her şey bir kozmik plan dahilinde gelişmiştir. Ülker Yıldız Kümesinden olanlar (Pleadlar) olacakları biliyorlardı, bundan dolayı da vücudunu önceden hazırladılar...

Ülker Topluluğu'ndan, dünyadaki hemen tüm antik kültürler haberdardı. Avustralya'nın Aborigenlerinde, Persler, Mayalar ve Aztekler'in kültürlerinde farklı isimlerle yer edindiğini görüyoruz. Ülker Yıldız Topluluğu'ndan Incil'de ve Homeros'un İlyada ve Odysseia yapıtlarında bahsedilir. Hint mitolojisi ve Kuran'da da önemli bir yere sahiptir.1767 yılında John Michell'in hesaplamalarına göre, yıldızların bu kadar az bir yerde tesadüf eseri gruplaşma ihtimali yalnızca 500 binde birdir. Vanga'ya göre, İsa işte bu yıldız topluluğundan olanlarla, İngilizce ismiyle Pleades'den gelenlerle aynı ırktandır. İnsanoğlu ile pleadların bir melezidir.

"Haç, en az milyon yaşındadır. Sadece hristiyanlara ait değildir... Hacı tasarlayanlar, dünyalı değildir..." der kahin ve Hz. İsa'nın haçtan indirilişinden sonrasını ayrıntılı bir şekilde anlatmaya devam eder: İsa bedenine ancak haçtan indirildikten sonra geri döner ve bilinci yerine gelir gelmez annesine yaralarının iyileşmesi ve acılarının dinmesi için hazırlamaları gereken ilaçları tarif eder. Yavaş yavaş vücudundaki acıları hissetmeye başlamıştır. Sonra onu mağara-mezara, taş yatağa yatırırlar ve mağara girişini taşlarla iyice kapattıktan sonra önüne Romalı askerleri dikerler
Yattığı yerin hemen altı Nikodim'in aile mezarının girişine açılır. Gizlice aşağıya götürülen İsa'ya gereken tedaviler uygulanır, midesi yıkanır, ölü gibi görünmesi için verilmiş ılaca karşı hazırlanmış serum içirilir. Ayağa kalkacak hale gelir ve pleadların yardımıyla gizli bir çıkıştan kaçar. "Hz. İsa .aslında hiç ölmemiştir. İşte bak, bana ölmüşler bunu söylüyor... Bunun dışında bir gerçek yok, bunun dışındakiler, St. Paul'un gerçeği değiştirmeleridir...” ekler Vanga. Dediğine gore Hz. İsa 86 yaşına kadar yaşar; Hz. Meryem bir daha Hz. İsa'nın yanından ayrılmaz.

"...Bugün, Ölüler vadisinde mahatmalar yeni Mesih'i eğitiyorlar. Daha bebekken aldılar ve onu çok uzun süre eğitecekler. Mesih bir sonraki yüzyılın 20'nci senesinden sonra ortaya çıkacak. Yeni milenyumda. Vanga bu inanılmaz sözleri söyledikten sonra olacakları da özetler:

Eski dinler dünya dışı varlıklara büyük bir engel ve yük teşkil edecekler ve insanların artık eskilere artık ihtiyaç duymayacaklar. Bundan dolayı ayak bağı olan bu dinler dünyadan yok olacaklardır. Kalacak olan tek din, Beyaz Kardeşliğin öğretisidir..."
Hz. İsa Dünya'ya yeniden beyaz giysiler giymiş olarak dönecek. Belirlenmiş insanların kalpleriyle dönüşünü hissedecekleri zaman başlamak üzere.”

"Deccal şu anda yeryüzünde ve her eve giriyor. Oğul babayı, kardeş kardeşi öldürüyor, anne ile kız karşı karşıya geliyor; ne arkadaşlık var ne de sevgi."

 Uzaylılar
"Bizden evvel dünyamızda çok daha eski uygarlıklar yaşamıştı. Kainatta ise bizden çok ileri seviyede medeniyetler yaşar, bizim uygarlığımız henüz beynin "çocuk yaşı” seviyesindedir.

Vanga koşulsuz şartsız Tanrı'ya inanmaktadır.

• Tanrı'nın evrensel yasaları sonucunda evren ve dünyadaki ilk yaşam tohumları atılmıştır.
 •
Tanrı, başka galaksilerde, başka gezegenlerde çok gelişmiş canlılar yaratmıştır.
• Onlardan bazıları dünyamızda gelişen canlı hayata müdahalelerde bulunmuştur.
 

Kahin dünyamız da Himalayalar'da uzaylıların varlığıni sürdürdüğünü, onları hissedebildiğini ve "görebildiğini" belirtir. Onları şekil olarak değil, daha çok bir enerji olarak algılamaktadır. Işık olarak. Bunlar ışık saçan noktacıklara ve üst üste dizili ışıklı levhalara benzemektedirler. Bazen de bir üzüm salkımı gibi yan yana ve üst üste dizilidirler. Görüntüleri iseolağanüstü güzel ve büyüleyicidir. Bu tip konulari müzakere etmeyi çok sevdiği arkadaşı Peter Bakov'a şu açıklama ve tanımlamalarda bulunur:

"Neden bunca dünya dışı uygarlık etrafımızda dolanıyor? Kırk yılı aşkın süredir bakıyorum ama böyle bir mucize görmedim. Şimdi birden büyük sayılara ulaştılar.

Trud Gazetesinde çıkan habere göre kahin başka bir söyleşide, uzaylıları şu şekilde tarif eder: "Bizden biraz iri, tavuk tüylerine benzer tüyler ile kaplılar, ellerinde büyük kitaplar ve değnek taşıyorlar; hastalıkları iyileştirmek için geliyorlar". Uzaylılara ilişkin söylediklerine bakarak kahinin farklı farklı dünya dışı varlıklarla bağlantıya geçtiğini düşünüyoruz. Bu son bahsettiği tür bize direkt olarak yardım etmek amacını güden bir grup olabilir.


Oleg Atkov,Vladimir Solovyov ve Leonid Kİ/im isimli kosmonotlar Uzay yolculugu sirasinda; turuncu renkte aniden ortaya çıkan güçlü ışık karşısında görüşlerini kaybettiklerini ve  olası yangın veya patlama ile ilgili merkeze bilgi verirler. Belli süre sonra ışık zayıflayıp görüşleri normal hale döndüğünde, Dünya'ya yeni bir rapor göndermek zorunda kalıyorlar: Uzay gemisinin yanında insan yüzü ve vücuduna sahip 7 kanatlı melek görmüşlerdir! Sırtlarında kanada benzer çıkıntıların göründüğü uçan varlıklar, 10 dakika kadar gemi uçuşuna eşlik etmişlerdir. Bu sürede uçuş manevralarına taklit etmişler, sonra aniden ortadan kaybolmuşlardır. Merkezin bu şok rapordan sonra ne tepki verdiği tam olarak bilinmese de, olay astronotların yorgunluğunun ve gergin psikolojisinin ürünü olarak yorumlanır. Fakat her şey bu kadar basit değildir. 167. günde ekibe 3 astronot daha katılır. Svetlana Savitskaya, İgor Vole ve Vladimir Janibekov isimli kozmonotlar geldiğinde olay tekrarlanır. Yine aynı güçlü turuncu ışık ve tuhaf kanatlı varlıklar bu defa 6 kişi tarafından izlenmiştir. Vanga arkadaşı Petar Bakov ile sohbetleri sırasında da sıkça dünya dışı yaşam ile ilgili konuşmalar yapmıştır. Şairin anlatımına göre, çeşitli gezegenlere faklı seviyelerde canlılar yaşar. Biz, dünyadakiler üçüncü seviyedeyiz. En yüksek seviyede olanlar yakınımızda Siyah gezegenden - Eflatunun Gezegeninde olanlardır. (Plüton) Onlar yedinci seviyededirler. Yirmi altıncı seviyeden itibaren yaratıcıyla direk kontağa girilebilir, otuz üçüncü seviyeye ulaşıldığında ise onunla birleşilebilir. Böylece yaratıcı ne kadar daha çok yaşlanırsa, o kadar daha çok gençleşir.

Kahinin bir trans sırasında söyledikleri sıra dışıdır. Hayatının çoğunu geçirdiği Rupi'deki evinin olduğu bölgeden bahseder. Toprağın altında, yeşil mermer bir lahitte dünyadaki ilk medeniyetin ilk yazı örneğinin gömüldüğünü söyler. Yazı oraya, bizim yaratıcılarımız tarafından konulmuştur.

Önünde, bir piramit bulunuyor, onun tepesini de "sırların sırlarıni açan anahtarın" içine konulduğu kristalden bir küre süslüyor. Lahidin bir de koruyucu heykeli var, altından bir atlı. Vanga, toprağın altındakilerin çıkarılmasıyla (2050 yılından sonra), insanlığın yeni bir şuur kademesine erişeceğini ve kozmik kardeşliğe gireceğini ilave eder.

Vanga' ya göre kaos uzaylıları, uzaylılar da bizi yaratıyor. Onlar, Yaratıcı'nin gözdeleri olan Kaçini ve Ananakilerdir. Şekilden şekle girebilme özellikleri vardır. Andromeda galaksisindeki bir gezegenden (Vanga nedense ona Nibiru diyor) olanlar, Atlantis uygarlığını kendi prototipi şeklinde yaratırlar. Atlantisliler uzun boylu (3-4 m) ve uzun ömürlü (800-1600 yıl) dırlar. "Sıkılıncaya kadar" yaşarlar. Fakat bir deney olduğunu bilmeyen bu uygarlık kendini o kadar kaptırıyor ki, yaratıcıları tarafından sulara gömülüp yok ediliyor. Sümerlerin ataları ise, 68 ışık yılı uzaklıktaki Aldebarn güneş sistemindendir. Büyük Sümer İmparatorluğu onun yörüngesindeki 2 gezegen üzerindedir. Dünyadaki torunları, primitif insanlar ile birleşmeleri sonucu oluşmuştur. Vanga onların hala başka bir boyutta var olduklarını söylemektedir. Uzaylı yaratıcılarımız, izlemek ve denetlemek için 2-3 bin yılda bir dünyaya gelirler. Dünya üzerinde en az on iki bin yıl yaşayan medeniyetler belli bir seviyeye geldikten sonra "eğitim" görmek üzere başka gezegenlere giderler.
Hitler ve Uzaylılar
 
Yine Vanga'nın sözlerini aynen aktarmakla yorumu okurlarımıza bırakalım:
 
"Daha 1941 yılında mesela Hitler Ay'a gidip gelmiştir. En fazla bir buçuk saat. Zemp Herler, Tul, Siyah Güneş ve Vril Masonlarının gizli örgütlerinin dışında, uzaylılarla direk temas etmiştir. Hitler ölmemiştir.
  
 
Uzaylılar onu, yanlarına almışlardır, Meton gezegenine, burdan 4-5 ışık yılı uzaklığında olan Kentavır Takımadasındaki iki güneşli gezegen..." 


Yasam ve Olum:

"ilk ve asıl olan ruhtur. Ruh, beyni yaratır, beyin ise Dünya'ya kozmik suyu gönderir ve böylece Evren'de canlı olan her şeyi yaratır. Bizim beynimiz bir mikroçipe benzer. Ana bilgisayardan (Kozmik Beyin'den) ayrı olarak düşünülemez, ancak onun bir parçası olarak bir fonksiyonu bir varlığı mümkün olabilir. İnsan sadece bildiği kadarını görebilir. Ve bilgisizliği o kadar üst seviyededir ki, ne kadar aciz olduğunu, aslında bir deney olduğunu idrak edemez."

Ölümden kırk gün sonra ruhsal varlık geldiği yere geri döner ve 8 gün orda kalır. 9. günde başka bir bedende ilk çığlığımızı atarız. Fakat doğmadan hemen önce belleğimizi sıfırlarlar. Aynı şey hayvanlar için de geçerlidir. Fakat onlar bizden üstün formdadır. Örneğin yunuslar, balinalar bizden ileri seviyededir. Dünya üzerindeki en gelişmiş varlık formu ise okyanusların dibinde yaşar.

Her birimiz doğduğumuzda tüm genlerin varyasyonuna sahibiz. Yani aslında istediğimiz her şey olabiliriz. O potansiyel hepimizde var. Mesela güneş çocukları, indigo çocukları var. Onların farklı metapsişik güçleri vardır. Onlar nereye gittiğimizi gösteren gelecektir; mor renkte ışıldayan eski ruhlardır.

Diğer varlık formlarıyla insanoğlu uzun süredir ortaklaşa çalışmalar yürütür. Burada evrensel çekim kanununu bilen bazı gruplar bulunuyor ve de onu kullanabiliyorlar. Aslında buna hepimiz erişebiliriz.

Şunu bilin ki, Dünya'da herkes birbirinden en fazla 3-6 metre uzaklıktadır. Çünkü madde yoktur. Madde seraptan öte bir şey değildir. Ve böylece birbirimizle yan yana, iç içe aslında biz bir bütünüz. Evren'de hiçbir şey kaybolmaz. Ve ruh bir kontinyumdur, sürekliliktir. Bizim ölmediğimizin kanıtıdır, Ölüm sadece yeni başlangıca imkan sağlayan bir gülümsemedir. Kozmik Beynin bizi yarattığından ve mükemmeliyete doğru yol almamamıza özenerek yardım ettiğinden dolayı gurur duymalıyız."


Uzaylılar
  
"Evren, inanılmaz çeşitlilikte kozmik medeniyetlerle doludur. Onlar her türlü şekle girebilme yeteneklerini geliştirmişlerdir. Zaten de aslında bizim bildiğimiz anlamda maddenin var olmadığını tüm sorumluluğumla iddia ediyorum. Madde, bilgisizliğimizden kaynaklanan bir ilüzyondan başka bir şey değildir. İşte bundan dolayı onlar (uzaylılar) bizlere farklı farklı şekillerde görünürler. Bizi ürkütmemek için daha tanıdık, kabul görebilen şekillere girerler. Mesela ben 2008 son baharında ameliyat olduğumda onları küçük kırmızı yaratıklar olarak görmüştüm. Sağlığıma kavuşmam için özenerek yardım ettiler. Bu şekilleri benim kafama yatkındı, çünkü tapınağın iç duvarlarında onları öyle resmetmiştim. Vanga için onların bir kısmı ışık noktacıklarıydı, pullarla kaplı olanları da vardı."

Tüm diğer medeniyetler bizimle iletişim kurmak için çaba gösteriyorlar. Aynen ufak bir çocukla resimler aracılığı ile ortak dil kurmaya çalıştığımız gibi, bizlere tarlalarda şekiller çiziyorlar, resimler yapıyorlar. Bu şekilde var olduklarını anlatmaya çalışıyorlar ve Tanrı'nın sevgisine yaklaşabilmemiz için bize ellerini uzatıyorlar. Onların tek amacı bize yardım etmektir. Hiçbir kötülük, sinsilik taşımazlar."



 Vanga'nin Bilinmeyen Kehanetleri

1990 - Değişim Yılı
insanlarının hayatlarında, büyük değişimler olacak. Ve onlar tanınmayacak derecede değişecekler. 1990 yılından itibaren işaretlerini göreceğimiz yeniçağ gelecek.
Birkaç yıl sonra ne olacağını biliyor musunuz? Depremler, yangınlar,seller ve felaketler... Bunlardan çok fazla insan hayatını kaybedecek. Her yerde savaşacaklar, tüm insanlar "bir küpe" girecek... Nüfus azalacak, mallar bulunmayacak, ağaçlar yok olacak... Koyun, dana, keçi eti yenilemeyecek.

Siz her şeyle oynuyorsunuz ve yaklaşan sefaleti görmüyorsunuz, insanlar çıplak ve aç dolaşacaklar.  


 Hastalıklar
Bilinmeyen birçok hastalık ortaya çıkacak. İnsanlar sokaklarda sebepsiz ve sağlıklı görünürken bayılacaklar. Halbuki bunu hala önleyebilirsiniz, bu sizin ellerinizde... Kırk yıl sonra, şimdiki hastalıklar yerini yeni hastalıklara bırakacaktır. Beyinle ilgili hastalıklar...  AİDS'in ilacı bulunacak, demirden olacak. Çünkü bu madde insan organizmasında azalıyor. Fakat başka bir hastalık çıkacak, kanserden de AIDS’ten de daha korkutucu bir hastalık.


Balkanlar Birleşecek
Şimdi Balkanlarda tedirginlik var, fakat gün gelecek ve Balkan Ülkelerinin Başkentleri birbirine yardım ve arkadaşlık eli uzatacaklar. Sofya, Bükreş, Belgrad, Atina ve Ankara'nın büyük liderleri bir araya gelip, barış ve anlayış duyguları eşliğinde müzakere edecekler.
 
Eski Rusya'nın Dönüşü
Şimdi Rusya'ya Sovyetler Birliği deniliyor. Fakat eski Rusya dönecek ve ismi aziz Sergiy zamanındaki gibi olacak. Onun ruhani üstünlüğü, Amerika da dahil herkes tarafından tanınacak.
   
Bu altmış yıl sonra gerçekleşecek.
Ondan evvel üç ülke yakınlaşacak - Çin, Hindistan ve Rusya bir noktada toplanacaklar. Bulgaristan, sadece Rusya'nın yanında ve onun bir parçası gibi olursa, onların yanında yer alabilir. Rusya olmadan Bulgaristan’ın bir geleceği yok.

Sosyalizmin Dönüşü
Sosyalizm yeni bir form altında geri gelecek, yeniden Sovyetler Birliği olacak. Kooperatifler kurulacak... .Marks ve Cenin için yazın, gençlerin onları bilmesi gerek. Onlardan neden utanıyorsunuz?

1982 - Yükseliş Yılı, Yeni Ruhlar
1982 yılı, yeni ve iyi bir ışıkla aydınlanacak. Dünyamıza yeni ruhlar yerleşecek, onların bir kısmı görünür olacak. Bu yeni "ruhlar''sevecenlik ve ümit dağıtacaklar... Kültürlü değil, bilgi dolu insanlar gelecek...  "1981 yılında gezegene etki eden kuvvetler oldukça negatifti, fakat bir sonraki yıl dünyamız yeni ruhlarla dolacak. Onlardan ümit yayılacak, 1981 yılı insanlara bir şey vermediği gibi, hepimizden, her birimizden çok şey götürdü...


Vanga’nın bu kehanetine benzer bir öngörüyü Arjantinli Benjamin Solari Paravichini'den görüyoruz:

"Büyük felaket ve savaşlardan sonra, aşkın çağı başlayacak. Tüm varlıklar günahsız sevecekler. Erkek maddiyata olan açlığını unutacak, kadın görevinin farkına varacak. Dünya'ya yeni ruhlar gelecek. Hepsi daha üstün varlıklar olacaklar ve beraberlerinde beşinci çağı getirecekler. Aralarında ruhsal irtibat yoluyla konuşacaklar ve Hz. İsa ile yaşayacaklar...

 Uzaylılarla Temas
200 yıl sonra insanlar, dünya dışındaki başka akıllı varlıklarla tanışacaklar. Uzaydan gelen sinyalleri ilk olarak Macarlar tespit edecek. .. Kainat hakkındaki gerçeği eski kutsal kitaplarda aramalıyız. Henüz bulunmadılar, ama bir gün denizden çıkarıldıkları zaman büyük sansasyon yaratacaklar. Uzun yıllar sonra, kalintilarin bulunacagi bu ada Yunanistan'a ait olmaktan çıkıp, İtalya'nın bir parçası olacak.


Suriye'nin İşgali
O zamana kadar insanlık korkunç felaketler yaşayacak, çok büyük olaylar olacak, İnsanların bilinci de değişme aşamasında olacak. Güç zamanlar gelecek ve insanlar aralarında dini gruplara bölünecekler. Ve dünyaya en eski öğreti gelecek, Bu yakında mı olacak diye soruyorlar. Hayır, yakın zamanda değil. Henüz Suriye işgal edilmedi! "Tüm insanlara, bilinçlerinin iyiye doğru değişmesi gerektiğini söylüyorum. yeniçağ, yeni bir düşünce tarzını gerektirir, yeni bir bilinci ve yeni insanları. Böylece kainatın ahengi korunmuş olur."

Eski bir hint öğretisi vardır - Beyaz kardeşliğin öğretisi. Sütün dünyaya yayılacak, yeni kitaplara yazacaklar ve dünyadaki herkes bu öğretiyi okuyacak. Kitabın adı Ateş İncili olacak.
("Sütün dünyaya yayılacak" derken 'Sütün' diye kasdettigi seyin Georgia rehber taslarindaki 10 maddelik ogreti olabilecegini hissettim birden. Bu konuyu daha once yazmistim.)

Kıyamet:
İncil'de yazılmış olanlar gerçek olacak! Kıyamet olacak! Siz değil ama sizin çocuklarınız onu yaşayacaktır. (Yardımcısı Vitka'nın kızına söylenmiş)

Kaynak: Yazar Renan Seckin'in Kahin Vanga Kitabindan Derlenmistir

Sevgiler!
Aasmaestefan@gamil.com