25 Haziran 2014 Çarşamba

Reenkarnasyon,Transmigrasyon ve Karma Nedir?


Ruhun ölümden sonra, yine bir insan bedenine geçmesine reenkarnasyon, hayvan bedenine geçmesine transmigrasyon  denir. Dunyadayken yapılan kötülük veya iyiliğin karşılığı olarak ruh ya hayvan yada insan bedenine girerek alçalir veya yükselir. Bedenler ruhların kalıpları gibidir, ruh kalıptan kalıba, bedenden bedene goc eder.

Ruhun daha sonraki hayatlarında yaşayacaklarıni, geçmiş hayatlarındaki deneyimleri belirler. Yani ruh, neyi ekerse onu biçer.Buna kisaca Karma denir.Karma adlı öğretiye göre, herkesin şimdiki yaşamındaki davranışlarının sonucu, sonraki yaşamında ortaya çıkar. Karma felsefesi geçmişte yaptığımız eylemlerin, gelecekte iyi ya da kötü sonuçları doğuracağını anlatır. İnsanlar, ruhen daha da ilerlemek, ruhsal görgü ve deneyimlerini arttırmak için, evrenin her yerinde tekrar tekrar doğarlar.


Ruh bütün evrenlere dağılmış olan Tanrı kanunlarını, insan bedenini kullanarak araştırır ve öğrenmeye çalışır. Ruh değişik bedenler kullanarak, her dünyaya gelişinde yeni şeyler öğrenir, biraz daha bilgi ve tecrübe kazanarak tekamül eder. Ruhların geriye gidişi yoktur, yani insan her seferinde daha da tekamül etmiş bir insan olarak doğar. Ruh, her seferinde dünya sahnesinde yeni bir rol oynar, ve işi bitince bir müddet dinlenmek üzere çekilir.

Reenkarnasyon, tekamül aracı olan evrensel ilahi bir yasa olduğunu savunur. Her insan yeniden dünyaya gelişinde, daha önce yaşadığı durumların toplamının sonucuyla karşılaşır. Ancak bu sonuçlar kendi davranışlarının planı çerçevesinde hazırlanmış sonuçlardır, bunlardan insan tamamen kendisi sorumludur, kendi seçimlerinin sonuçlarını hazırlar ve yaşar. Bu yaşamda karşılaştığımız, sebepsiz sevdiğimiz ya da sevmediğimiz kişiler, kullandığımız ya da kullanamadığımız yeteneklerimiz, sebepsiz korkularımız, sorunlarımız, genellikle geçmiş hayatlarımızdan bugüne aktarılmış ve hala üzerimizde etkisini sürdüren sonuçlardır. Sebebini bilmediğimiz fobilerimiz, sevgilerimiz, korkularımız, ilişkilerimizde yaşadığımız sorunlar, geçmiş yaşamlarımızdan taşıdığımız izlerdir. Kapalı mekan korkusu olan birinin daha önceki hayatlarından birinde, karanlık küçük bir odaya hapsedilmiş, sudan korkan birinin daha önceki yaşamında, denizde boğulmuş olması, olasılık dahilindedir. Yaşadığımız her olayda daha önce yaptığımız seçimlerin sonuçlarını görürüz. Ama gelecek günlerimizin gidişatını değiştirmemiz konusunda kısıtlanmayız. Ana hatlar hariç, her şey önceden belirlenmiş bir kalıp içinde oluşmaz yani.

Karma yanlız geçmiş yaşamlarımız için değil, ama bu yaşamımız için de her zaman iş başındadır. Karma bizim bir parçamızdır, ondan kaçış yoktur ama onu değiştirmek bizim elimizdedir. Geçmiş hayatlarımızı hatırlamama nedenimiz, yepyeni bir bedenle, yeni bir hayata başlayan ruhun, bu hayatında başarılı olması içindir. Unutan bedene ait hafızamızdır, ruha ait olan hafızamız hiç bir şeyi unutmaz. Geçmiş yaşamları hatırlamak, şimdiki hayatımızın sebebini bilmek demektir. Halbuki bu dünyadaki hayatımızın gayesi, sevap ve günahlarımızla beraber, çaba göstermek ve tecrübe kazanmaktır. Bu sebeple geçmiş hayatlarımızı hatırlamamamız, bu hayatımızda daha çok şey öğrenebilmemizi, daha çok deney kazanmamızı sağlamaktadır.


Derleme
Sevgi ve isikla

Aasmaestefan@gmail.com

24 Haziran 2014 Salı

Ücüncü Gözle Bilinmeyene Yolculuk


Insanlar ve hayvanlar ruh dedigimiz enerji bedenden ve madde bedenden olusmaktadir. Geceleri uyurken, vucudumuz enerji toplarken, dinlenirken, ruhumuz gezintiye cikar. Bu gezintiye 'Astral yolculuk' denir. Astral yolculukla gordugumuz, gezdigimiz yerler ve kisiler biz insanlarca uyandigimizda ruya olarak yorumlanir.

Aslinda ruya dedigimiz sey, astralde yasadigimiz deneyimlerimizdir. Bazen bu yolculuklarda gelecege gideriz, bazen gecmise..bir onceki hayatlarimiza ziyaretlerde bulunuruz. Bu yuzden ruyalarimizda (astral yolculugumuzda) kendimizi; hic tanimadigimiz kimselerle, hic gormedigimiz yerlerde bulabiliriz. Aslinda biz onlari bir onceki hayatimizda tanimistik ve bedenden cikan ruh, bu bilgilerin hepsini hatirlar. Bedene donusunde bu bilgiler tekrar hatirlanmaz hale gelir. Cunku Dunya uzerindeki her yeni hayatimiza, onceki hayatlarimizi unutarak sifir bilgiyle baslariz ki kafamiz karismasin, psikolojimiz bozulmasin.

Gecmis yasamlarimiza ait bilgi ve anilari; cogunlugu cocuklar olmakla beraber pek az ruh hatirlar. Ornegin, ozellikle Antakya, Adana ve Mersin dolaylarinda cok gorunen reenkarnasyon vakalarinda oldugu gibi. O vakalar incelendiginde, hepsi cocuk olan bu kisiler, bir onceki hayatlarinda kim olduklarini en ince ayrintisina kadar hatirliyorlar. Ancak 11-12 yaslarindan itibaren yavas yavas unutuyorlar. Sonra da dunya uzerindeki fiziksel hayata adapte oluyorlar. Bence bu bilgileri bir kenara yazip, hafizamizi canli tutmak gerekir. Hatta boyle kisiler ruyalarini her gun yazmalilar. Ben bu tur ruhlarin ozel olduguna inaniyorum. Onceki yasamlarini hatirlamak, seviye olarak yuksek bir boyuttan gelen ruh oldugunun kanitidir bence.


Bizler bu dunyaya aslinda deneyim kazanmak icin geliriz. Tipki ilkokula baslamadan once anaokula giden bir cocuk gibi. Bir sonraki hayatimiza hazirlik yapmak amaciyla geliriz. Burda ogrendiklerimizle bir ust boyuta gececek yeterlilikte olana kadar reenkarne olmaya devam ederiz. Gercek yasam, diger boyutlardaki yasamlarimizdir. Nicin fiziksel bedende geldigimizi hatirlayanlara 'Uyananlar' denir. Maalesef dunya uzerinde insanlarin ancak yuzde 25 civarinda bir kesimi su an uyanmistir. Bu kisiler, neden burada oldugunu ve ne yapmasi gerektigini bilir ve calismalarini bu yonde gerceklestirir. Bende o sanslilardan birisiyim. Sekiz ay once uyandim. Bir bebek gibi adim adim herseyi ogreniyorum. Butun bu uyanan ruhlar, evrimine uygun ust boyutlara gecerek kurtulacak olan ruhlardir. Oradaki ailesine, gercek yasama kavusacak olanlardir.

Uyanamayanlar ise tekrar deneyim kazanmak icin yeniden dogacaklardir. Reenkarne dedigimiz olay da budur.

Fiziksel bedenler maalesef dunya uzerinde, devletlerin uyutma yontemlerine kurban olup, medya, tv, diziler, din, cinsellik, teror, icki, sigara ve uyusturucu gibi faktorlerle uyutuluyorlar. Insanlar; ne oldugunu, kim oldugunu, nicin burda oldugunu unutmus, fiziksel yasamin icine dalmis ve uyusmustur. Oysa gercekleri ogrenip bir uyansalar, hem kendilerini hem de sevdiklerini kurtarcaklar.

Astral yolculuklar derin uykudaki bedenlerde ruya seklinde hatirlanir demistik. Yari uyanik veya hipnoz halinde yapilan astral yolculuklarda bilincimiz aciktir ve gordugumuz, gezdigimiz yerleri bizzat canli gibi yasariz. Ama enerji bedenimizle yasariz. Bilinc olarak gezeriz. Fizik beden yerinde durur. Astral yolculuktaki en buyuk etkenimiz ucuncu gozumuzdur.


Iki kasimizin tam ortasinda biraz yukarida alnimizin uzerinde diger boyuta acilan gozumuz vardir. Buna ucuncu goz veya ruh gozu denir. Ucuncu goz cocukken aciktir. Zamanla buyudukce kararir, kireclenir ve kapanir.Yiyecekler ve icecekler, seker, klorlu su ve floridli dis macunlari ucuncu gozumuze zarar verir, kireclenme yapar ve tembellestirerek karartir. Ileriki yaslarda eger bu bilgiye ulasip ucuncu gozunuzu acmak istersek; yiyecek ve icecek konusunda diyet yapmaniz gerekir. Klorlu sudan, floridli dis macunundan uzak durmaniz gerekir. Ozellikle kirmizi et yemeklerine veda etmemiz gerekir.Tamamen organik meyve, sebze tuketmeliyiz. Sirkeli su icmeliyiz. Ayrica bolca yoga, meditasyon yapmamiz gerekir.

Ucuncu gozumuz bizim yildiz gecidimiz gibidir.Tipki "Mesaj filminde oldugu gibi" Hazir oldugumuzda solucan deliginden gecerek diger boyutlara ulasabiliriz. Zamanda ileri geri gidebiliriz. Hatta dunya uzerindeki dostlarimizla ordan telepatik olarak gorusebiliriz. Ucuncu gozu acik olanlardan bazilari, hayvan insan karisimi varliklar gordugunu soylerler. Ben boyle seyler henuz gormedim. Bence ucuncu gozde herkes kendi o anki titresimine uygun seyler gorur. Tipki bir anten gibi.. Ne kadar yuksek frekansi cekersek o kadar ust boyuta ait veriler aliriz. Korkarak bakarsaniz, frekansiniz duser ve o frekansa uygun veriler alirsiniz. Bu yuzden de hep en yuksek titresime demirlenmeniz lazim..Sevgiye...

Her ne olursa olsun, her bireyin yasamasi gereken inanilmaz bir deneyimdir bu. Arastirip ogrenilmeli ve gercekler kabullenilmelidir. Biz aslinda Tanri'dan bir parcayi icimizde tasiyoruz. Eger istersek ona ulasabiliriz ve O'nunla bu sekilde bag kurabiliriz. Cunku biz O'yuz, O'ndaniz.



Sevgiler!

Aasmaestefan@gmail.com

12 Haziran 2014 Perşembe

7 sayısının gizemi



Ana rakamlar içinde, hiçbiri yediye tam bölünemiyor, sonuç her zaman sonsuz tekrarlardan oluşan ondalık sayılar oluyor. 7'nin bölünememesi ve diğer rakamlarla herhangi bir işleme girememesi yalniz halinin oluşumunu sağlayan nedenlerden sadece biri... Haftanın 7 gün olması, 7 gezegen olması, 7 metal parçanın olması ve 7 tane Kıt'anın olması gibi pek çok sır var… Bunların imkansız olması bu sayıya fazlasıyla gizem katıyor. Orijinal yedi gezegen, metal ve haftanın günleri yedi sayısının etrafında dönüyor: Ay/gümüş/Pazartesi; Mars/demir/Salı; Merkür/civa/Çarşamba; Jüpiter/kalay/Perşembe; Venüs/bakır/Cuma: Satürn/kurşun/Cumartesi; ve Güneş/altın/Pazar. Eski dünyanın Yedi Harikası var- en ihtişamlı mimari yapı ve sanat eseleri. Yedi tane kıta var: Asya, Afrika, Avrupa, Kuzey Amerika, Güney Amerika, Antarktika ve Avustralya; yedi okyanus ve spritüel değişim için gidilecek yedi dünya var.
    7 Sayısı özellikle Yahudiler için çok önem taşıyor. Tam olarak Yahudi dininde değil ama... Kabbala dediğimiz Yahudi felsefesi için geçerli. 7 ile başlayan olaylar Yahudiler için çok önemlidir. 7 Sayısının bir başka gizemi de Tanrı'nın insanı 6 günde yaratıp 7. günde tatil yapmasıdır. Tanrı 7. günde tatile çıkıyor. Enteresan olan bir şey var 6. günde insanı yaratıp tatile çıkmadan biraz önce eşeği yaratıyor olması. İnsan nasıl olsa eşekten daha azdır diye onu daha sonra yaratıyor. Bunlar Yahudi inancına göre böyle. Eşek insandan sonra yaratılmış olan bir varlıktır. Tanrı'nın 7. güne başlamadan önce yaptığı ilk ve son iş bu! Ayrıca Tarihte 7 sayısı Hitler için de çok önemliydi. Hitler, 7 sayısının uğurlu olduğuna inanıyordu. Hitler için 7 sayısı şans ve talihi simgeliyordu.Bunun dışında Kapadokya'da yer alan yedi uyurlar var. Bunlardan 6 tanesi erkek 1 tanesi köpektir. Bu köpeğin isimi de Kıtmir'dir. Bunların hepsi uyuyup yıllar sonra uyanmış çok önemli insanlarmış. Bu hem Hıristiyanlık hem Müslümanlık anlayışında var olan bir şey. İki inanca göre 7 uyurlar çok mühim kişilerdirler. Bunların Kapadokya'da olması da önem taşır. Dünyayı düzeltmeye kalkışmışlar.

    Melek terapisinde 7 sayısı çok önemli bir yer tutar. 7 tane baş melek vardır. Kuran-ı Kerim'de de bu melekler geçer. Kuran-ı Kerim'deki surelerin 7 ve katı okunması da önemlidir. Bu hem evrensel hem de ruhani duruma yakın olan bir sayı. 7 sayısının ruhani boyutu var. Ben melek terapisti olduğum için meleklerle iletişime geçenlerin 7 sayısını görmeye başladıklarını biliyorum. Araba plakasında, bir işe başlarken veya bir otel odasında 7 numaralı odada kalmak gibi… Bunların üzerine hayatlarında değişiklikler olduğunu söylüyorlar. 7 sayısı ruhani ve mistik bir sayı. Kuran-ı Kerim'de 7 sayısı kutsaldır. Örneğin; büyü bozma ritüellerinde de bazı sureler 7 kez ya da 7'nin katları olarak tekrarlanır. 7'nin büyük bir enerjisi vardır. Bazı duaları 7'nin katı olarak okursunuz ve bu duaların enerjileri daha yüksek olur. Esmaül Hüsna'da da Allah'ın isimleri zikredilir ve onların birçoğu 7'nin katıdır. Bir tanesi 7 kez ya da 7'nin 40 katı gibi okuma durumları vardır. 7 rakamının mistik bir etkisi de var. Bu açıklanmaz ama insanlık bunu bilir. Melek mesajlarında korkmamanız gereken anlar vardır. 7 rakamı ile ilgili çok fazla mesaj alırsınız.

Asagidaki linkten alinti yapilmistir. Ordan daha fazla bilgiye ulasabilirsiniz.
http://www.ahmetakyol.net/7-sayisinin-gizemi/


Kur’an'a ve islama Gore 7 Rakaminin Gizemi

* Gerek İslam’da,gerekse Tevrat’la ve Sümer mitolojisinde ortak olarak kullanılan 7 (yedi) rakamı dikkat çekicidir. Sümerlerde 7 kapı, 7 tanrısal yasa, 7 dağ aşmak, 7 cehennem kapısı, 7 ağaç… gibi terimler sıkça kullanılıyordu (50) Muhammed, Kur’an ve hadislerinde Sümerlerden kalma bu yedi rakam hikayesini aşırı derecede işlemiştir. Buna birkaç örnek verelim:
   *Cehennemin 7 kapısı olduğunu Kur’an açıkça ifade ediyor (51)
   *Kur’an, dünyadaki ağaçlar kalem, deniz de mürekkep olsa ve 7 deniz daha da olsa yine Allah’ın kelimeleri bitmez diyor (52) Neden 7 deniz denmiş; acaba İslam inancına göre daha fazla bir rakam olsa Allah’ın kelimeleri biter mi!
   *Kur’an, birçok yerde göklerin, bir yerde de yerin yedi kat olduğunu yazıyor (53)
   *Sadaka konusunda verdiği örnek yine 7 sayısı ve onun katlarıyla ilgilidir. şöyle ki, Allah katında mallarını harcayanların durumları 7 başak veren bir tohum gibidir. Her başakta 100′er tane bulunan ve toplam 7 yüz eden bir tohum benzetmesi yapılıyor (54)
   *İslam’ın temel şartlarından biri olan hac ibadetinde Ka’be etrafında yapılması gerek tavafın/tur atmanın, yine Safa tepesiyle Merve arasında yapılması gereken Sa’y'in/koşmanın ve Mina denilen yerde bulunan her üç taş heykeline atılan taşların (ilginçtir ki taşa taş atılıyor ve bununla cennet kazanılıyor) 7′şer olması, bu inancın batıl bir mitolojiden geldiğini sanki çağrıştırmaz mı!
*Kur’an’da efsaneleri anlatılan Ashab-i Kehf sayılarından söz edilirken, yine 7 rakamı kullanılmıştır (55)
   *Muhammed’in, “Çocuk 7 günlük iken sünnet edin” demesi ve torunları Hasan ile Hüseyin’i 7 günlük iken sünnet etmesi ve ayni fikrin Tevrat’ta da yazılmış olması (56)
  *Yine tanrının kainatı 6 günde yaratıp 7. günde istirahat etmesi (Tevrat’a göre), Kur’an’a göre de arşa yönelmesi (ki toplam olarak yine 7 gün oluyor) Sümerlerdeki 7 gün adetiyle aynı olması.
  *Muhammed’in, “Çocuklarınız 7 yaşına gelirken namaza alıştırın” deyip burada da yine yedi rakamını seçmesi.
  *Yeni doğan çocuklar için kesilen Akika olsun, diğer kurbanlarda olsun bir sığır veya devenin 7 kişi için yeterli görülmesi.
  *İslam’ın, haftanın günlerini 7 olarak kabul etmesi.
  *Kur’an’da Yusuf suresinde Hz. Yusuf dönemindeki melikin (hükümdarın) rüyasında yedi cılız inekle yedi semiz inek ve yedi yeşil başakla yedi kuru başak görmesi ve Yusuf’un bunu tabir ederken yedi bol yıl ile yedi kıtlık yılını kullanması ve burada da yedi rakamının kullanılması (Yusuf suresi, 43-49. ayetler) gibi. İslam’la Sümer inançlarında Yedi (7) rakamıyla ilgili benzer örnekler çoğaltılabilir. Bu kadar benzerliklerden soru işaretlerinin oluşmaması mümkün değil!

(Alinti)

11 Haziran 2014 Çarşamba

Zecharia Sitchin"Tanrıların ve İnsanların savaşları" kitabından Dunya'daki Yasam Kronolojisi


--- I. Tufan Öncesi Olaylar (M.Ö)

450.000 YIL ÖNCE : Güneş Sisteminin çok uzak bir gezegen olan Nibiru 'da ( Marduk ) gezegeninde atmosfer tabakası aşındıkça, yaşam yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Anu tarafından görevden alınan Alalu bir Uzay gemisiyle kaçarak Dünya 'ya sığınır. Dünya'nın Nibiru 'nun atmosferini kurtarmaya yetecek kadar altın madenlerine sahip olduğunu keşfeder.

445.000 YIL ÖNCE : Anu'nun oğlu Enki 'nin başını çektiği Anunnaki 'ler Dünya 'ya iner, Basra Körfezinin sularından altın çıkarmak üzere Eridu (Dünya İstasyonu 1) kentini kurarlar.

430.000 YIL ÖNCE : Dünya 'da iklim yumuşar. Dünya'ya daha çok Anunnaki gelir, içlerinde Enki 'nin üvey kız kardeşi Ninhursag (Baş sağlık sorumlus) da vardır.

416.000 YIL ÖNCE : Altın üretimi yavaşladığında Anu, yasal varisi prens Enlil ile birlikte Dünya 'ya iner. Hayati öneme sahip altının Güney Afrika 'da madenler kazarak çıkarılmasına karar verilir. Kura sonucu Dünya misyonunun yönetimini Enlil kazanır, gözden düşen Enki ise Afrika'ya gönderilir. Dünya'dan ayrıldığında Anu'ya, Alalu 'nun torunu meydan okur.

400.000 YIL ÖNCE : Güney Mezopotamya'da, içlerinde bir uzay istasyonu (Sippar), Görev komuta merkezi (Nippur), bir metalurji merkezi (Badtibira) ve bir tıbbi merkez ( Shuruppak ) bulunan 7 işlevsel yerleşim kurulur. Maden Cevheri Afrika 'dan gemilerle getirilir. Arıtılan metal "İgigi"lerin yönettiği uydulara gönderilir. Ardından Nibiru 'dan periyodik olarak gelen uzay gemilerine yüklenerek nakledilir.

380.000 YIL ÖNCE : İgigilerin desteğini alan Alalu 'nun torunu, Dünyayı üzerindeki hakimiyeti ele geçirme girişiminde bulunur. Eski Tanrılar savaşını Enlil tarafı kazanır.

300.000 YIL ÖNCE : Altın madenlerinde angarya işlerde çalıştırılan Anunnaki 'ler isyan çıkartırlar. Enki ve Ninhursag genetik manipülasyon ile Maymun kadın'dan ilkel işçileri yaratırlar. Anunna 'kilerin angarya işlerini onlar devralır. Enlil madenlere baskın düzenler, bazı İlkel işçileri, Mezopotamya 'daki Edin 'e getirir. Üreme becerisi ile donatılan Homo Sapiens çoğalmaya başlar.

200.000 YIL ÖNCE : Yeni Buzul Çağıyla birlikte Dünya'daki yaşam koşulları kötüleşir.

100.000 YIL ÖNCE : İklim yeniden ısınır. Anunnakiler ( Kitabı mukaddes'teki Nefilimler ), Enlil'in üzülmesine rağmen, insan kızları ile evlenirler.

75.000 YIL ÖNCE : "Dünya'nın lanetlenmesi" (yeni bir buzul Çağı) başlar. Gerileyen insan türleri, Dünya'ya yayılır. Kromanyon (Cro-Magnon) İnsanı hayatta kalır.

49.000 YIL ÖNCE : Enki ve Ninhursag, Anunnaki soyundan gelen insanları Shuruppak 'ı yönetmelerine izin vererek yüceltir. Buna kızan Enlil insan ırkının yok oluşunu planlar.

13.000 YIL ÖNCE : Nibiru'nun Dünya'nın çok yakınından geçmesinin korkunç bir denizaltı dalgası yaratacağını fark eden Enlil, yaklaşan felaketi insan ırkından gizlemeleri için Anunnaki 'lere yemin ettirir.

--- II. Tufan sonrası Olaylar (M.Ö)

11.000 YIL ÖNCE : Enki yeminini bozarak Ziusudra / Nuh 'a suya dalabilen bir gemi (denizaltı) yapması talimatını verir. Tufan tüm dünyayı kaplar, Anunnakiler yörüngedeki uzay araçlarından bu toplu kıyıma tanıklık ederler.
Enlil, insan ırkından geriye kalanlara tohumlar ve gereken aletleri bahşeder; böylelikle yüksek bölgelerde tarım başlar. Enki bazı hayvanları evcilleştirir.

10.500 YIL ÖNCE : Nuh'un soyundan gelenlere üç bölge tahsis edilir. Enlil'in ilk doğan oğlu olan Ninurta, Mezopotamya'yı yerleşime uygun hale getirmek için dağlara su bendi yapar, nehirlere kanallar açar. Enki, Nil vadisi üzerinde yeniden hak iddia eder. Sina yarımadası, Tufan sonrası bir uzay istasyonu inşa edilebilmesi için Anunnakiler tarafından tutulur. Moriye Tepesi (gelecekteki Kudüs) üzerine bir kontrol merkezi kurulur.

9.870 YIL ÖNCE : Enki'nin ilk doğan oğlu olan Ra / Marduk, Mısır üzerindeki hakimiyeti Osisirs ve Set arasında paylaştırır.

9.330 YIL ÖNCE : Set, Osisirs'i ele geçirir ve parçalara ayırır; Nil vadisi üzerinde mutlak hakimiyetini ilan eder.

8.970 YIL ÖNCE : Horus, birinci piramit savaşını başlatarak, babası Osiris'in intikamını alır. Set Asya'ya kaçar, Sina yarımadasını ve Kenan'ı ele geçirir.

8.670 YIL ÖNCE : Enki'nin varislerinin sonunda tüm uzay tesislerinin yönetimini ele geçirmelerine kaşı çıkan Enlil tarafı, ikinci piramit savaşını başlatır. Savaştan galip çıkan Ninurta, Büyük Piramit'teki bütün cihazları alır.
Enki ve Enlil'in üvey kardeşi N,nhursag, bir barış konferansı düzenler. Dünya'nın bölünmesi kararı tekrar teyit edilir. Mısır hakimiyeti, Ra / Marduk'tan Tot hanedanına geçer. Heliopis, yedek işaret noktası olarak inşa edilir.

8.500 YIL ÖNCE : Anunnakiler, uzay tesislerine geçiş yerine kontrol noktaları kurarlar. Eriha, bunlardan biridir.

7.400 YIL ÖNCE : Barış dönemi devam ederken Anunnakiler insanoğluna yeni ilerlemeler sunar; Neolitik çağ başlar. Mısır'da yarı-tanrılar yönetime geçer.

3.800 YIL ÖNCE : Anunnakiler Eridu ve Nippur'la başlayarak eski şehirleri yeniden kurarken, Sümer'de şehir uygarlığının ilk temelleri de atılmış olur. Anu bir kutlama töreni için Dünya'yı ziyaret eder. Şerefine yeni bir şehir Uruk (Erek) inşa edilir; şehrin tapınağını, sevgili torunu İnanna/İştar'ın evi yapar.

--- III. Dünyadaki krallıklar (M.Ö)

3.760 YIL ÖNCE : İnsan ırkına krallık bahşedilir. Ninurta'nın hakimiyeti altındaki Kiş, ilk başkenttir. Takvim Nippur'da başlar. Uygarlık Sümer'de (birici bölge) çiçek açar.

3.450 YIL ÖNCE : Sümer'de üstünlük Nannar/Sin'e geçer. Marduk, Babil'i "Tanrıların kapısı" ilan eder (Babil Kulesi" olayı). Anunnakiler insanoğullarının dillerini karıştırır.
Darbe girişimi başarısız olan Marduk/Ra, Mısır'a döner, Tot'u azleder, İnanna'yla nişanlanan Dumuzi'yi ele geçirir. Dumuzi kaza sonucu ölür; Marduk diri diri Büyük piramite kapatılır. Acil çıkış boşluğu sayesinde kurtulur, ancak sürgüne gönderilir.

3.100 YIL ÖNCE : 350 yıllık kaos, Memfis'te ilk Mısır Firavunu'nun tahta çıkmasıyla sona erer. Medeniyet, İkinci bölgeye gelir.

2.900 YIL ÖNCE : Sümer'de krallık Uruk'a geçer. İnanna'ya Üçüncü bölge veilir; İnduz vadisinde uygarlık başlar.

2.650 YIL ÖNCE : Sümer'in krallık başkenti değişir. Krallık geriler. Enlil, itaatsız insanoğluna karşı sabrını yitirir.

2.371 YIL ÖNCE : İnanna, Şarru-Kin'e (Sargon) aşık olur. Sargon, yeni başkenti Agade'yi (Akkad) kurar. Akkad imparatorluğunun temelleri böylece atılır.

2.316 YIL ÖNCE : Dört bölgeyi birden yönetmeyi amaçlayan Sargon, Babil'deki kutasl toprağı alır. Marduk-İnanna çekişmesi yeniden alevlenir. Çatışma, Marduk'un kardeşi Nergal'in güney Afrikadan Babil'e gitmasi ve Marduk'u Mezopotamya'dan ayrılmaya ikna etmesiyle sona erer.

2.291 YIL ÖNCE : Naram-Sin Akkad tahtına yükselir. Savaşçı İnanna tarafından yönlendirilerek Sina yarımadasına girer, Mısır'ı işgal eder.

2.255 YIL ÖNCE : İnanna, Mezopotamya'da haimiyeti zorla ele geçirir; Niram-Sin Nippur'un kutsallığını kirletir. Büyük Anunnakiler Akkad'ı yok eder. İnanna kaçar. Sümer ve Akkad, Enlil ve Ninurta'ya bağlı yabancı birliklerce işgal edilir.

2.220 YIL ÖNCE : Sümer uygarlığı Lagaş'ın aydın kralları sayesinde yeni zirvelere yükselir. Tot, Ninurta için yeni bir zigurat-tapınak yapması için kral Gudea 'ya yardım eder.

2.193 YIL ÖNCE : İbrahim'in babası Terah, Nippur'da kahinlik geleneğini sürdüren, soylu bir aileye doğar

2.180 YIL ÖNCE : Mısır bölünür, Ra / Marduk'un taraftarları güneyi tutar, aşağı Mısır'ın tahtını ele geçirmesine firavunlar karşı çıkar.

2.130 YIL ÖNCE : Enlil ve Ninurta giderek daha sık Sümer'den uzaklaşırken Mezopotamya'da merkezi otorite de geriler. İnanna'nın Uruk'ta krallığı yeniden elde etme girişimi uzun sürmez.

--- IV. Kader Yüzyılı (M.Ö)


2.123 YIL ÖNCE : İbrahim Nippur'da doğar.

2.113 YIL ÖNCE : Enlil, Sam topraklarını Nannar'a emanet eder; Ur, imparatorluğunun yeni başkenti olur. Tahta Ur-Nammu çıkar, ona aynı zamanda Nippur'un koruyucusu adı verilir. Nippur'lu bir kahin (İbrahim'in babası Terah) kraliyet saryı ile ilişki kurabilmek amacıyla Ur'a gelir

2.096 YIL ÖNCE : Ur-Nammu savaşta ölür. Halk onun zamansız ölümünü Anu ve Enlil'in ihaneti olarak kabul eder. Terah, ailesiyle birlikte Harran'a gitmek üzere buradan ayrılır.

2.095 YIL ÖNCE : Ur'da tahta Şulgi çıkar, imparatorluk bağlarını güçlendirir. İmparatorluk büyüdükçe Şulgi giderek İnanna'nın büyüsüne kapılır ve onun sevgilisi olur. Onun yabancı lejyonu olmaları karşılığında Larsa'yı Elam'lılara verir.

2.080 YIL ÖNCE : Ra / Marduk'a bağlı olan Teb prensleri I. Mentuhotep altında kuzeye baskı yaparlar. Marduk'un oğlu Nabu, Batı Asya'da babasına yandaş kazanır.

2.055 YIL ÖNCE : Nannar'ın emirleri üzerine Şulgi, Elam birliklerini Kenan şehirlerindeki kargaşayı bastırmaya gönderir. Elamlılar Sina yarımadasının ve Uzay istasyonu'nun girişine ulaşırlar.

2.048 YIL ÖNCE : Şulgi ölür. Marduk, Hitit ülkesine yerleşir. İbrahim özel atlı birliklerle güney Kenan'a gider.

2.047 YIL ÖNCE : Amar-Sin (Kitabı Mukaddes'teki Amfarel) Ur'un kralı olur. İbrahim Mısır'a gider, orada beş yıl kalır; ardından beraberinde daha çok birlikle geri döner.

2.041 YIL ÖNCE : İnanna tarafından desteklenen Amar-Sin, Doğu'nun krallarıyla bir koalisyon oluşturur, Kenan ve Sina'ya bir askeri harekat düzenler. Lideri Elamlı Kedorla'omer'dir. İbrahim Uzay İstasyonu'nun girişinde önlerini keser.

2.038 YIL ÖNCE : İmparatorluk parçalanırken Şu-Sin, Ur tahtında Amar-Sin'in yerini alır.

2.029 YIL ÖNCE : İbbi-Sin, Şu-Sin'in terine geçer. Batı eyaletleri giderek Marduk'a bağlanır.

2.024 YIL ÖNCE : Destekçilerinin başını çeken Marduk, Sümer üzerine yürür, Babil'de tahta çıkar. Savaş Mezopotamya ortalarına kadar yayılır. Nippur'daki Kutsallar Kutsalı'na saygısızlık yapılır. Enlil, Marduk ve Nabu'nun cezalandırılmasını ister. Enki karşı çıkar, ancak oğlu Nergal, Enlil'in tarafını tutar.
Nabu, Kenanlı takipçilerini Uzay İstasynu'nu elel geçirmeye yönlendirirken, Büyük Anunnakiler nükleer silah kullanılmasını onaylar. Nergal ve Ninurta Uzay İstasyonu'nu ve doğru yoldan sapan Kenan şehirlerini yok ederler.

2.023 YIL ÖNCE : Rüzgarlar radyoaktif bulutu Sümer'e taşır. İnsanlar korkunç şekilde can verirleri hayvanlar telef olur, su zehirlenir, toprak çoraklaşır. Sümer uygarlığı bitkin şekilde yere serilir. Mirası 100 yaşında yasal bir varis sahibi olan İbrahim'in soyuna geçer. Bu mirasçı soyunu devam ettirecek oğlu İshak'tır.


(Alinti)




6 Haziran 2014 Cuma

Evrende Yalniz Degiliz -2

Evrende, sayilamayacak kadar cogunlukta boyutlar vardir. Bu boyutlar farkli frekansta olduklari icin birbirleriyle enerji perdesiyle ayrilmislardir. Her birinde de kendi frekansina uygun olan varliklar yasamaktadir. Yani evrende kesinlikle yalniz degiliz. Fakat bu bilgi insanlardan bilincli olarak gizlenmektedir. Cunku dunya disi varliklarin farkina varip, bilincimizi gelistirmemizi istemiyorlar. Hatta bu tur bilgileri sacma bulup, ilgi cekmemesi icin alaya aliyorlar.

Dunyayi yoneten elitler, uzun yillardan beri dunya disi zeki varliklardan haberdardirlar ve onlarla anlasma yaparak, usler verip karsiliginda teknoloji yardimi almaktadirlar. Ancak bu elitler, insanlik uzerindeki guclerini kaybetmemek icin bu bilgiyi halktan gizliyorlar. Cunku baska gezegenlerde yasayan zeki varliklar (halk deyimiyle uzaylilar) aciga ciktiginda; insanlik, yaraticisini, dinleri, yoneticilerinin yaptigi zulmu sorgulamaya baslayacak, farkindaligi artacak ve uyanmaya baslayacaklardir. Bu da onlarda; kole duzenine son verme istegi uyandiracaktir. Tabi ki ozgur insan, vergi vermeyen insan, kandirilamayan insan; zengin ust tabakaya fayda getiremeyeceginden...Onlar yarattiklari kole duzeninin devaminda hemfikirler. Uyanisa karsilar. Bu yuzden de baska evrende, baska boyutlarda yasayan zeki varliklari ve hatta bizi yaratanlari ogrenmemizi istemiyorlar. Bildiklerini paylasmiyorlar.


Gecmiste dunyayi ziyaret eden bircok dunya disi varliga, ilkel insanlar tarafindan melekler ya da tanrilar olarak tapildi. Din ve inanclar bu sekilde olusmustur. Esasinda gelen dunya disi varliklarin amaci, bilgi vermek, yol gostermek, insanin gelisimine yardimci olmakti. Ama ilkel insanlar onlari tanri yada melekler olarak nitelendirdigi icin, nesillerden nesillere ekleme bilgilerle, bu dunya disi varliklarin ziyaret amaclari dinsellestirildi. Kimi gruplarca bilincli olarak dinsellestirilerek, guc sahibi olmak icin kullanildi. ( Roma Kilisesi-Vatikan gibi) Aslinda insanlar; din adi altinda, eskiden dunyamizda yasamis olan dunya disi varliklara ibadet ediyorlar. Dunya’nin var olusundan beri her varligin negatif ve pozitifi vardir. Tipki; gece-gunduz, sicak-soguk, iyi-kotu vb...Dunya disi varliklarin da negatif ve pozitif (iyi-kotu) olanlari vardi. Bu iki guc arasinda milyonlarca yildir catisma ve savas var. Tipki su anda dunyada oldugu gibi, iyiler ve kotuler arasinda hep bir savas var.

Bir kac yil icinde herkes evrende hicbir zaman yalniz olmadigini gorecek. Aniden dunyanin her yaninda gokyuzunde onbinlerce uzay gemisi (UFO) gorebilirsiniz. Sok olmayin! Cunku olacak olan sizden yillarca gizlenmektedir. Binlerce yildir yasadigimiz zihin koleliginden, bizi ozgurlestirmek icin isik ve karanlik arasindaki savas devam etmektedir. Hicbirimiz dunyada ozgur degiliz. Bir kolelik sistemi icinde yasayip, ozgur oldugumuzu dusunuyoruz. Ozgurlugun ne oldugunu unuttuk. Bildigimiz tek sey; nefret, siddet, teror, sigara, uyusturucu, alkol, tv ve diziler, korku dolu dini inanclar ve batil inanislar...Mevcut dunya duzeni.

Tum hukumetler bu seylerle bizi kontrol altina aliyorlar. Dusunmemizi engelleyip, uyutma ve korkutma teknigiyle bizi uykuda tutuyorlar. Aslinda korku ve teroru yaratanlar bu guc hastasi gruplar ve yoneticilerdir. Yarattiklari teroru bilincli olarak arttirarak; orduya ve teknolojilerine yasal olarak daha fazla guc verebilirler. Amaclari negatif enerjiyi arttirip insanlarin uyanisini engellemektir.

Onlar insanlari dusuk frekansta tutmak icin; televizyonu, radyoyu, gazeteleri, sigarayi, uyusturucuyu, dinleri, politikayi, ordulari, kendi cikardiklari savaslari ve teroru kullanirken, kendileri ise daha fazla zengin olmakla mesguller. Boyle bir dunyada yasamak ister misiniz?

Bir cogunuz buna inanmiyor olabilirsiniz ama kendiniz arastirip dogruyu bulabilirsiniz. Dogrulara ulasmak icin biraz caba gostermelisiniz. Tv izlemeyi birakin, kitap okuyun ve internetten arastirma yapin, gercegi bulun. Icinizdeki umutsuzluga ve negatiflige son verin. Sadece pozitif enerjiye konsantre olun. Dogayla basbasa yuruyuslere cikin. Hergun belirli surelerde telefonunuzu kapatin, tv yi kapatin kendinizle basbasa kalin ve nefesinizi dinleyin. Disari cikip bir parkta oturun, cicekleri koklayin, ayaklarinizi bir dere yada havuzda suya koyun, bitki yetistirin, hayvan sahiplenin yada besleyin...Kisa bir sure icinde kendinizdeki degisikliklere inanamayacaksiniz. Iste o an ozgurlugu kesfedeceksiniz. Sizin ozgurlugunuzu kesfetmeniz, baskalarinin kole duzenini bozacaktir.



Bu dunyaya negatiflik icinde pozitif yasamayi ogrenmek icin geliyoruz. Hayatin anlami bilincin gelisimidir. Ruhumuz ogrenmek icin burda. Her gezegen; icerisinde bir adim daha yukselebilecegimiz bir okuldur. Her ruh, daha ileriye dogru evrimlesme hedefine sahiptir. Kaynaga donme, kozmik merkezi bilince ulasma hedefindedir. Biz insanlar buna “Tanri” veya “Allah”diyoruz. Aslinda bu; herseyin kendisinden varoldugu bir enerjidir. Evrendeki enerji yapisi hakkinda bilgi sahibi olursaniz, insandaki enerjiyle ortustugunu ve de icimizde Tanri dedigimiz enerji parcacigi tasidigimizi goruruz. Ibadet veya meditasyonla ulasilan bu enerji, yuksek seviyeye ulastiginda; boyutlar arasi dolasabilen, duvarlardan gecebilen, zamanda yolculuk yapabilen, diger boyutlardan canlilar gorebilen, solucan deliklerinden gecebilgimizi goruruz.

Kanitlar ortada fakat onu bulmak size dusuyor. Kimse size televizyonlardan bu gercekeleri soylemiyecektir. Cunku soylediklerinde kendi gucleri kaybolacaktir. Geriye sadece size; kesfetmek dusuyor. Lutfen ruhunuzun sesini dinleyin, nefesinizi takip edin, bilgi kapisinin acildigini goreceksiniz. Icinizdeki negatif enerjiyi yok edin ve yasadiginiz bu kabustan kurtulun, ozgurlugunuzu kesfedin.


Sevgiler!


Aasmaestefan

5 Haziran 2014 Perşembe

Evrende Yalniz Degiliz -1



Daha once de paylasmistim; Sumer tabletlerinde, yuzbinlerce yil once dunyaya altin bulmak icin gelen, gelismis zeki varliklardan (uzayli) olusan galaksiler arasi bir gruptan bahsedilir. Bu grup, bilim adamlarindan, astronotlardan ve askerlerden olusmustur. Amaclari Dunya'dan cikarilacak altinla, gezegenlerini (Niburu) Gunes'ten gelen zararli isinlara karsi korumaktir. Afrikada birsure altin cikarip, cesitli deneyler yaparlar. Ancak zamanla cikarilan altin yeterli olmayinca; madenlerde calistirilmak uzere koleler olusturmaya karar verirler.

Afrika'da yasayan bir maymun cesidinin DNA'si ile kendi DNA'lariyla yaptiklari karisimdan laboratuvar ortaminda 'Adam' (Adem) adi verilen yeni bir tur olustururlar. Dollenen yumurtalari ilk zamanlar kadin astronotlar ve bilim adamlari karninda tasiyarak normal dogumla dunyaya getirirler. Fakat zamanla surekli hamile halde gezmekten sikilan kadinlar, Adam'in kaburgasindan es disisini (Eva-Havva) uretirler ve ikisinin dollenme yontemiyle insanlar uretmesini saglarlar. Zaman zaman insan DNA'siyla oynayarak gerekli duzeltmeleri yaparlar. Hemen hemen butun dini kitaplarda bahsedilen "Adem ve Havva" hikayesi bu sekilde ortaya cikmis.

Zamanla cogalan kole insanlar Dunya'nin dort bir yanina, bir grup astronot denetiminde dagitilmis ve yeni usler kurularak, bu insanlar altin madenlerinde kole olarak calistirilmislar (Misir, Maya, Cin, Afrika, Ortadogu, Peru, Irak ve Lubnan gibi yerlerdeki piramitler o zaman kullanilan uslerdir) Koleler kendilerini yaratan bu dev (Nefililer) ustun zekali varliklara Tanri diye hitap etmisler. Zamanla bu tanrilar, kendi aralarinda evlenir, cocuklar yapar ve cogalirlar. Hatta bazilari insanoglunun kizlarini begenir ve kendilerine es olarak alirlar. Boylece insan ve Tanri'dan olusan melez bir irk olusur. Her birimiz bu soydan biri olabiliriz. Bunu kimse bilemez. Tanrilarin soyundan gelen bu irk, on binlerce yildir Dunya'yi yonetmistir. Hatta su anda bile bu soydan gelen zengin-elit insanlar tarafindan olusturulan gruplarin yonetimi altindayiz. ( Free Mason, Uliminati ve Ingiliz kraliyet ailesi bireyleri, Avrupa'daki bazi zengin aliler bu soyun devamidirlar.)

Tanrilarin cocuklari zamanla kendi aralarinda guc kavgalarina duserler. Kendilerine bagli uslerdeki insanlari, guc savaslarinda kullanirlar. Hizla cogalan insanlar arasinda sapikliklar ve yoldan cikmalar baslar. Yaraticilar guc savaslarinda nukleer silahlar kullanir, Dunya'ya buyuk zarar verirler. Bu zararlar neticesinde, depremler, seller ve volkanik tufanlar olusur. ilk tufan olur. Ardindan buzul cagi baslar, milyonlarca hayvan ve insan yok olur. Yeraltina ve Magaralara siginan az sayida insan ve hayvan kurtulur. Kurtulanlar yasama yeniden baslarlar. Hayata sifirdan baslayan insanoglu yine zamanla cogalir, gokden yaraticilari tarafindan zaman zaman ziyaret edilirler ve yeniden egitilirler. Hatta bu Tanri'lar kendi soyundan kisileri onderlik etmeleri ve dogruyu gostermeleri icin insanogluna yollarlar. Peygamberler ve dinler  bu sekilde dogmustur.

Yillar gecer, hizla cogalan nufusla beraber, Dunya uzerinde; yine hastaliklar, sapikliklar baslar, guc savaslari olur. Dogaya, hayvana ve insana eziyet baslar. Ayni tarih yeniden tekerrur eder. Ilk tufan gibi 3 tufan daha gerceklesir. Her donemde bir grup insan kurtulur ve hayata yeniden baslar. Nuh Tufani da bunlardan bir tanesiydi. Atlantisliler, Mu'lular, Afrika yerlileri, Misirlilar,Tibetliler, Maya ve Peru'lular, Sumerler, antik Yunanli ve Romalilar'da hep bu tarihin izleri var. Hepsi de birbiriyle baglantilidir.

Insanlik tarihi boyunca olusan 4 tufan hep ayni gerekceyle olmus. Insanligin yoldan cikmasi, hayvanlara edilen eziyet, zengin yoneticilerin ezdigi fakir halk, kolelik sistemi, hastaliklar, din adi altinda bastan cikmalar ve gerici, yobaz kulturlerin olusmasi, dogaya verilen zarar...

Tum eski kaynaklardan elde edinilen bilgilere gore 2012 den sonra Dunya'mizda bazi olaganustu degisiklikler olacak. Maya'lar 2012 yili icin yeni bir cagin baslangici - 'Tanrilarin donus zamani' derken, Sumerler'de ise Enki Tanri'nin gezegeni olan Niburu gezegeninin gelip Dunya'ya carpmasiyla yeni bir Tufan olacagindan bahsederler. Yine Afrika yerlilerine gore dunyamiz 5.yasina girmistir. Bu cok sancili, acili bir donem olacaktir. Yeni bir tufan beklenmektedir.

Neler olacagini hep birlikte yasayip gorecegiz. Ama insan olarak sorgusuz sualsiz, biat ederek birilerinin agzinin icine bakmak yerine, kendi kalbimizin sesini dinleyip, acaba??? demenin vakti geldigini dusunuyorum. Arastirip, dogruyu bulmamiz gerektigini, soylenenlere hep sorgulayici sekilde yaklasip, arastirilmasi gerektigini dusunuyorum. Gercekler er yada gec aciga cikacaktir. Ama sizler icin gec olmadan; arastirip hakikati bulunuz. Bu yazdiklarim size ters gelse bile, hemen arastirip aksini veya aynisini kendinizi ikna etmek icin bulmaya calisin. Lutfen sorgulayici olun!

Misir tanrilari, Sumer tanrilari ve Mayalilari mutlaka arastirmanizi oneririm.

Sevgiler!

Aasma

4 Haziran 2014 Çarşamba

Edgar Cayse'nin Dunyada Olacaklar ile ilgili Bazi Kehanetleri


                                               EDGAR CAYSE

 18 Mart 1877’de Kentucky’de doğan, 3 Ocak 1945’te Virginia Beach’de yaşama gözlerini yuman Edgar Cayce, fizik üstü evrenin bilgilerini, uyarılarını ve kehanetlerini insanlığa aktarma görevi ile bedenlenmiş, tüm yaşamını yalnızca başkalarına faydalı olmaya adamış ve bunun karşılığında herhangi bir maddi kazanç sağlamayı düşünmemiş (ihtiyacı olduğu halde) ender varlıklardan biridir. Ona “Sırların Adamı”, “Uyuyan Kahin” gibi sıfatlar yakıştırılmıştır.   Ondaki psişik güç çok küçük yaşlarda iken ortaya çıkmıştı. Altı yaşındayken ailesine daha önce ölmüş olan akrabaları ile iletişim kurulabileceğini ve görüşülebileceğini anlatmıştı. Daha sonraları ise okul kitaplarının üstüne başını koyarak uykuya dalıyor, uyandığında hiç çalışmamış olduğu halde kitapta yazılanları ezbere biliyordu. Bu yeteneğini giderek yitirdi ve çalışmak zorunda olduğundan on üç yaşında okulu bıraktı. Yirmi bir yaşında bir mektup kağıdı fabrikasının temsilcisi oldu ve o dönemlerde bir tür gırtlak felci geçirerek sesini kaybetti. Pek çok doktora gittiyse de hiç biri bu durumu düzeltmeyi başaramadılar ve son çare olarak ipnoza başvuruldu.   Böylece Cayce’nin yeni yaşamı başlamış oluyordu. Transa geçtikten sonra sorunu çözümleyici ifadelerini peş peşe sıraladı ve sesini yeniden kullanabilmek için gerekli ilaçları ve tedavileri söyledi; bunları uygulayarak eski sesine kavuştu. Ancak artık eski yaşamının yerini bir başkası almış, görevi başlamıştı. Sadece ve sadece insanlara yararlı olmaya adanacak bir yaşamın eşiğinden girmiş, yürümeye hatta koşmaya başlamıştı bile.



Kehanetleri
Cayce ulusların geleceğini nasıl görüyorsa, şahısların geleceklerini de aynı berraklıkta görüyor, onlara evleneceklerini, boşanacaklarını, çocukları olacağını, doktorluk, mimarlık, kaptanlık, askerlik gibi çeşitli meslek dallarını seçeceklerini de rahatlıkla ifade edebiliyordu.
  Kehanetlerini transtayken söylüyordu ama Cayce uyanıkken de çevresindeki etkilere son derece duyarlıydı. Bir gün bir konferans salonunu terk etmek zorunda kalışının nedeni de bu duyarlılıktı. Çünkü o sırada orada bulunan bütün gençlerin bir gün savaşa gideceklerini, içlerinden üç tanesinin de asla geri dönmeyeceklerini görmüştü.


Cayce geçmişin ve geleceğin kapılarını açabilen her ikisine de rahatlıkla girip çıkabilen bir insandı.
 1939 yılından sonra görev yapacak olan başkanlardan ikisinin görev süreleri sona ermeden öleceklerini söyleyerek Roosevelt ile Kennedy’yi kast etmişti. 1929 yılındaki büyük ekonomik krizi, borsadaki çalkantıları ve işlerin 1933’de yeniden rayına oturtulacağını bilmişti. 1920’lerde Amerika’da ırkçılık çatışmalarının yaşanacağını ifade etmişti.
  Kahinler, kehanetlerinin hangi tarihte gerçekleşeceğini genellikle söylemeyi reddederler. Ancak Cayce çoğu kez tarihte belirtmiştir. 2.inci Dünya Savaş’ının başlayış ve sona eriş tarihlerini ve Vietnam Savaşı’nın tarihini vermiş, bilim dünyasının henüz haberi yokken Laser ışınının bulunacağını söylemişti. Bimini yakınlarında, deniz dibinde tarih öncesi kalıntıların da bulunacağını belirtmiş ve bu da gerçekleşmiştir.


  Yeryüzünün çehresindeki değişimler
  Cayce, ileriki yıllarda büyük doğal afetler yaşanacağını, depremlerin ve deniz kabarmalarının yeryüzünün topografyasını değiştireceğini bildirmiş, kendisine tarih sorulduğunda ise bu hareketlerin 1958 ile 1998 arasında başlayacağını önce yavaş seyreden bu değişimlerin 1969 yılından itibaren giderek hızlanacağını eklemişti. Nitekim depremlerde hem sayıca, hem de şiddet bakımından bir çoğalma saptanmakta, 1969’dan sonra 7-9 Richter ölçeği arasında en az 30 depremin kaydedildiği bildirilmektedir.
  En uzman jeologlar Cayce’in haber verdiği olayların hiç de hayal ürünü olmadığını, hemen yanı başımızda gerçekleşmeyi beklediklerini belirtiyorlar. Cayce yer kabuğundaki değişikliklerin Amerika’nın batı kıyılarından başlayacağını ifade etmişti. Nitekim 28. Mart 1964 yılındaki Alaska depremi, 8.4 şiddeti ile 1908 San Francisco depreminden de güçlüdür.
  Jeologlar Cayce’nin California’nın tahrip oluşuna ilişkin kehanetinin her an gerçekleşebileceğini belirtiyorlar. St. Andreas çatlağının 1980 yılında Pasadena dolaylarında 23 cm kadar batıya kaydığı saptanmıştır. Pek çok bilim adamının da görüşüne göre, 1989 San Francisco depremi asıl büyük hareketin sadece bir habercisidir. 1970 Haziran’ında Peru’da meydana gelen ve topografyayı değiştirmiş olan depremi de önceden haber vermiş olan Cayce’ye göre California’nın yerle bir oluşu gerçekleşecektir.
   New York’un günün birinde yıkılıp sulara gömüleceğini, ancak bunun daha ileriki bir nesil zamanında gerçekleşeceğini de ifade etti.
  Cayce’nin New York’a ilişkin bu kehanetine pek inanılmadı ve üstünde durulmadı. Ancak Manhattan’da bulunan 14. Cadde’de büyük bir iş merkezinin inşa çalışması sırasında, 1962 yılında projeler tamamlandıktan sonra bazı mühendisler yeraltında büyük bir fay tespit ettiler ve projenin gerçekleştirilmesinden vazgeçildi. Cayce’ye göre Carolina ve Georgia’nın güney bölgeleri de sular altında kalacaktır.


   Cayce, Avrupa’nın kuzeyinin göz açıp kapayıncaya kadar değişeceğini bildirmiştir. Akdeniz bölgeleri de tehlike hattındadırlar. Özellikle de İtalya ve Yunanistan’a dikkat çekmiştir. Vezüv’ün ve Martinik’deki Pele yanardağlarının püsküreceklerini ve bunu takiben de California’nın güney sahillerinden başlayarak Utah ve Nevada’ya dek doğuya kadar yayılan bir su baskının yaşanacağını 1936’daki bir kehanetinde belirten Cayce, ‘Güney denizlerindeki bazı koşullar değişince ve buralarda batıp  yükselmeler başlayınca, Akdeniz’de de aynı olaylar görülünce ve Etna bölgesinde değişiklikler meydana gelince, her şeyin başlamış olduğunu anlayacağız’ demişti.

  Bu arada Etna çevresindeki hareketlerin 1958’de başladığı ve Akdeniz tabanında alçalıp yükselmeler meydana geldiği bilim adamlarınca saptanmış. Ayrıca 1979’da Indonesia’nın Yapen adasında meydana gelen 8 şiddetinde bir depremden sonra, aynı gün, dünya küresinde Endonezya’nın tam karşısında yer alan etna (Sicilya) yanardağı infilak etmiş ve sönmüş olduğunu düşünerek tırmanmakta olan pek çok turistin ölümüne neden olmuştur. Bu arada A.B.D Washington eyaletindeki St. Helens yanardağı da 1980 yılının 18 Mayıs günü uzun bir zamandan sonra iki kez püskürmüş, dağın tepesinden 400 metrelik bir bölümü uçurmuştur.

  Kutupların Yer Değiştirmesi
  Cayce şöyle diyor:  ‘Kuzey bölgelerinde ve Antarktika’da kabarmalar ve depremler, yerkürenin sıcak bölgelerinde volkanik patlamalar olacak. Kutuplar yer değiştirecek; öyle ki, soğuk veya yarı tropikal ülkeler daha tropikal olacaklar ve oralarda dev eğrelti otları ve yosunlar çıkacak.’

  Yeni Karaların Çıkması
   Cayce, “Değişimler meydana geldiğinde, birkaç yıl içinde Atlantik ve Pasifik’te yeni karalar ortaya çıkacak, günümüzdeki pek çok ülkenin kıyıları da okyanusun dibine gömülecek” demişti.
  1940 yılındaki bir kehanetinde Poseydon Adası’nın, batık Atlantis’in yeniden yüzeye çıkacak olan ilk kısımları arasında da bulunacağını da belirtmiş. Atlantis’in parçalarının yüzeye çıkışından sonra gelecekteki nesillerin, üzerinde yaşamlarını sürdürecekleri pek çok yeni kara parçalarının ortaya çıkacağını da belirtmişti.
   Dünyadaki tüm ülkeler arasında, depremlerden en az zararı İrlanda’nın göreceğini söylemiş, “Şayet İngiltere’de bin sarsıntı olacaksa, İrlanda’da 43 adet olacaktır” diye eklemiştir. Bu değişimler sırasında Japonya’nın da büyük bir bölümünün denize gömüleceğini, 1934 yılındaki bir kehanetinde söylemişti. Bu arada Nobichico Obara adlı bir Japon jeologu, Japon takımadalarının her yıl 2-3 cm kadar okyanusa gömülmekte olduklarını saptamıştır.
  Cayce Rusya ile ilgili bir kehanetinde bu ülkede komünizmin son bulacağını da söylemiştir. Cayce Rusya’nın özgür bir yaşama kavuştuktan sonra Amerika ile işbirliği yapacağını da belirtmiştir. Bu kehanet, bir çok defa Amerika ile Rusya’nın Kızıl Çine ’e karşı birleşeceğini söyleyen Jeanne Dixon’un da kehanetine uymaktadır. Bu kehaneti 1944 yılında başkan Roosevelt’e söylemişti Dixon. Oysa Çin, komünist rejime 1949 yılında geçti

Önümüzdeki yılların çehresi
  Cayce’ye göre uluslar üçüncü bir dünya savaşını engellemeyi başarsalar bile bu Paris, Londra ve New York ’un haritalardan silinmesini önleyemeyecektir. Cayce kehanetlerinde asla nükleer bir tahripten söz etmedi. Ona göre birtakım nükleer deneyimler yapmak suretiyle olsa olsa dünyanın fizik güçleri harekete geçirilebilir, depremlere ve deniz baskınlarına neden olunabilirdi.
  Cayce günümüz insanının da tıpkı Atlantis’te olduğu gibi kendi felaketini kendinin hazırladığını ifade ediyor. Hala yeraltında nükleer denemeler yapmayı sürdüren ülkelerin yetkilileri bu kehanetleri ciddiye almış, üzerinde biraz olsun düşünmüş olsalardı; kendi bindikleri dalın da üzerinde yaşayan diğer milyarlarca insana karşı olan vicdani sorumluluklarının şuuruna varabilirlerdi belki de!...
 


 Alinti

3 Haziran 2014 Salı

Van'da Bulunan 3000 Yillik roket maketi








1975 yılında Van dolaylarında yapılan arkeolojik kazilar sırasında, hiç tartışma götürmeyecek bir şekilde mükemmel bir atmosfer içi ve dışı uçuş aracı modeli olan bir heykelcik ortaya çıkarılmıştı. Bariz bir aerodinamik formu olan bu modelde günümüz atmosfer içi ve uzay araçlarında rastlanan şu parçalar yer almaktadır:
1. Burun konisi,
2. Kokpit,
3. Roket kompartımanı, dikey kuyruk,
4. Çoklu roket lüleleri.
Kokpitte günümüzde uzay yolcularının kullandıkları türden körüklü bir anti-G elbisesi ve botlar giymiş bir pilot  ya da kozmonot oturmaktadır. İki eliyle birden bazı kontrol levyelerini idare ediyormuş gibi bir görünümü olan pilotun oturma şekli çok ilginçtir: bacaklarını yukarıya çekerek karnına doğru bastırmıştır. Bugün ki uygulamalardan biliyoruz ki, pilotlar, karın kaslarını iyice sıkıştırır karınlarını bastıracak şekilde öne doğru eğilirlerse merkez kaç ivmesinin oluşturacağı geçici bayılmaları önleyebilirler. Böylece, modeldeki pilot  hem oturuş şekli hem de giydiği ve kanı, alt karın bölgesiyle bacaklarda toplanmasını önleyerek kalbe doğru basıp anti-G elbisesi sayesinde, maruz kalacağı yüksek ivme ve ters ivmelerin bünyesi üzerinde oluşturacağı tesirleri, G-yüküne dayanabilecek durumdadır. Araçta kullanılan roket tahrik sisteminin, günümüzde kullanılan türden herhangi bir yakıtı taşıyamayacak kadar sınırlı bir hacim içinde yer aldığı aşikârdır. Dolayısıyla, bunun, vimana denilen kadim uçan araçları sevk etmede kullanılan cıva esaslı bir tahrik sistemi olması çok muhtemeldir. Bu sistemin egzoz çıkışını sağlayan lülelerin biden fazla olması da gerçekten ilginçtir: günümüze ilk kez, insan taşıyan uzay kapsüllerini yörüngeye oturtmak için geliştirilen devasa roketlerde kullanılan çoklu lüle sistemine böyle kadim bir uçan araç modelinde rastlanması, roket uzmanlarının ilgisini çekecek bir husus olsa gerek!

İşin ilginç yanı, bu tür bir aracın bir uzay aracından daha başka, bir işlev görmüş olması da mümkündür. Ancak, bunu tartışmazdan öce, bu gizem dolu heykelciğin kökenini araştırmamız gerekmektedir.

Arkeoloji bize bu uzay aracının bir Urartu eseri olduğunu söylemektedir. Mevcudiyeti  arkeolojik keşifler öncesinde bazı Asur metinlerinden öğrenilmiş olan Urartu Krallığının İ.Ö.9yy.da kuzeydoğu Anadolu 'da geliştiğini görüyoruz. İ.Ö.8.yy.da sınırlarını genişletmişler ve kuzeyde Kafkas'ların ötesine, doğuda Urmiya gölüne, batıda da Fırat a kadar ulaşmışlardı. Başkentleri Van'ın güneydoğusunda yer alan ve söz konusu kazıların yapıldığı toprak kale ya da Tuşpaydı. Toprak kale kayalardan oluşmuş doğal bir muhkem mevki üzerinde kurulmuştu. Kente kayalara oyulan bir geçitten geçilerek giriliyordu. Urartu krallığının yer aldığı dağlık bölgeye Urartu adını, Urartuların güney sınırındaki guclu komşuları olan Asurlular vermişlerdi. Bu ad, daha sonra, İbranicede Ararat şeklini almış ve daha önce de bahsettiğimiz gibi batılıların Ağrı dağı için kullandıkları Ararat adı buradan gelmiştir. Ne var ki Ağrı dağı Urartu sınırları içinde kalan gizemli mahiyetteki tek dağ değildi.
(Alinti)