Sizden Gelenler
Bu baslikta, okuyucu arkadaslardan gelen yazilari paylasiyorum. Yayinlanan yazilarin icerigi; gonderenin kendisine ait dusunceleridir. Ben sadece sizlerin de fikirlerine de bir alan ayirmak istedim.
Aasma
18/4/2017
KORKUYOR MUSUN?
HER KORKTUĞUNDA BİR BAŞKASININ YÜREĞİNE CESARET ÜFLEYECEKSİN!
Gördük ki sonuçlar Aasma Hanım’ın da aldığı görüntüde belirtildiği üzere evet çıktı. Şahsen ben müthiş derecede yıkıldım, çok üzüldüm. Sonra düşündüm, silkelendim, ayağa kalktım. Evet demokrasimizin olgunlaşması için aslında olan biten bu duruma ihtiyacımız vardı, çünkü gerçekten anti-demokratik bir şekilde cebren ve hile ile evet çıkartıldı. Biz Fransa gibi demokrasiyi savaşarak almadık, istiklal savaşını verdik cumhuriyeti kurduk fakat demokrasi nedir ne değildir tam özümseyemeden Atatürk aramızdan bedenen ayrıldı. İşte demokrasiyi içselleştirmek için kontrastlara yani zıtlıklara ihtiyacımız olduğunu, bu sebeple millet olarak tekamül sürecimizde bu olanları yaşamamız gerektiğini anladım. Bu anlayışla şunu söylemeliyim ki kendimi referandum öncesinden daha güçlü, daha umutlu ve daha hevesli hissediyorum.
Hiç kuşkum yoktur ki Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır. Bu bir temenni değil, kesin kanaattir. Bunu nerden çıkartıyorum;
- Öncelikle iktidar sahipleri devletin bütün imkanlarını kullanarak müthiş bir propoganda yaptılar, Hayır platformuna propoganda için doğru dürüst fırsat vermediler, hatta onları teröristlerle eş değerde tutarak toplum gözünde çok hassas noktalardan vurdular. Yani son derece adaletsiz bir kampanya oldu. Fakat bu arada bir şey daha oldu; birçok millet vekilimiz, hatta millet vekili olmayan tanınmış simalar yollara düştüler ve gerçekten bir çıkar gözetmeksizin onca adaletsizliğe rağmen gönülden Hayır için çalıştılar, tek tek bireyler , düşünce kuruluşları, muazzam bir mücadele ile uğraş verdiler.
- Sonunda şunu gördük,” evet” için muazzam imkanlara, dökülen paralara ve bu şekilde yapılan kampanyaya rağmen elde edebildikleri yalnızca hileli bir %51.
Ben şahsen inanıyorum ki hayırlar çok daha fazla idi bunu, hukuksuz verilen ysk kararından, sosyal medyada dolaşan videolardan, “sadece” Anadolu ajansının veri aktarmasından ve ikt.siyasilerin tuhaf yüz ifadesinden anlayabiliriz.
Peki bunca çabaya uğraşa rağmen bu millet neden Hayır dedi; işte beni asıl umutlandıran budur, eğer adil şartlarda propoganda imkanı verilseydi anladığımız odur ki Hayır %75 civarında çıkardı en az.
- Eee bunun bize ne faydası var diyebilirsiniz, şöyle söyleyeyim; 1950lerden beri milli eğitimimize müdahale ediyorlar, bizleri düşünmeyen sorgulamayan bireyler haline getirmeye çalışıyorlar, fakat bugün gördük ki milli refleks devreye girmiştir, insanlar onca baskı haline rağmen Hayır diyebilmiştir. Bu, omuz omuza olduğumuz insanların çokluğunu gösterir. Ve hala iç savaş çıkmasını kaos ortamının oluşmasını isteyen karanlık taraf avcunu yalamaktadır.
Bugün umutsuzluğu bir kenara bırakmalıyız, hem de derhal. Şu anın psikolojik çöküşünü yaşamada ısrar etmek çok manasızdır, Atatürk bunu hiç yapmamıştır. Olumsuz bir senaryo da oturup vah vah demek yerine ileriye bakmıştır, ufkun ötesini görmüştür, yoksa Osmanlı Devleti işgale uğramış ve yıkılmak üzereyken o düşman gemilerine bakıp “Geldikleri gibi giderler” diyebilir miydi? Bu gücü nereden almıştır ulu önder, biz de O nun izinden giden evlatları olarak umutsuzluktan sıyrılıp silkinmeliyiz, O nun gibi inançlı ve iradeli olmalıyız.
Bize öğretilen dar kalıpları kırmalı, kafamızın içindeki tel örgülerden kurtulmalıyız. Bir şeyi yapmanın sonsuz olasılık varyasyonu vardır. Sana yapamayacağını söyleyen sesleri kıs. Bir oylama oyununa kapılıp büyük resmi gözden kaçırma. Ulu Önder in dediği gibi, “umutsuz durum yoktur, umutsuz insanlar vardır” Işık karanlığı her zaman boğar ve öyledir.
“ Bir zamanlar gelir, beni unutmak veya unutturmak isteyen gayretler belirebilir. Fikirlerimi inkar edenler ve beni lanetleyenler çıkabilir. Hatta bunlar benim yakın bildiğim ve inandıklarım arasından bile olabilir.
Fakat ektiğimiz tohumlar o kadar özlü ve kuvvetlidir ki bu fikirler Hint’ten, Mısır’dan döner dolaşır, gene gelir feyizli neticeleri kalpleri doldurur.”
Mustafa Kemal Atatürk- 1937
Yazan:Ayse S.
----------------------------------------------------------------------------------------------------------
12/2/2017
Merhaba,
Bir süredir mitleri inceliyorum. Antik eski hikâyeleri. Biraz haberdar olanlar bilir. Mitler genelde çok tanrılıdır ve bu tanrılar aralarında savaşırlar, barışırlar; kimisi dünyayı kurtarırken kimisi aleyhimize çalışır. Daha sonraları dikkatimi çekti aslında temel bazı mitler farklı tanrı isimleriyle ayni hikâyeyi başka açılardan anlatıyor. Öyle olunca Sümer ve İskandinav mitlerine karşılıklı olarak bakmaya başladım. Kendimce fark ettiğim bazı tesadüf ve benzeşmeleri paylaşmak istedim.
Ama bundan önce belirtmek isterim ki Hakikat tektir. Madde ile mana ayrımı olmadığı gibi. Aslında madde de mana da ayni hakikatin bir başka görünümüdür. TıpkıTek olan yaratıcıda olduğu gibi. Kimisi gördüklerimizin tamamı Tanrıdır demiş, kimisi de Tanrı her şeyden münezzeh hiçbir şeye benzemeyen ve noksansızdır demiş. Hâlbuki ayni hakikatin başka veçhelerini görmüş ve bunu tek mutlak olarak beyan etmişler. Hiç bir ayrım yok. la mevcuda illallah, yani İlahtan başka mevcut yoktur. Herkes kapasitesi kadar Onu tanır-kendini tanır. Kendini bilen rabbini bilir. Çünkü ayrı değiliz. Bazı şeyler anlatılırken bakılan pencere kimisini bunaltabilir. Ama bu anlatılanın gerçek olmadığı anlamına gelmez. Belki de bunalan kişi, ayni şeye başka bir pencereden bakıp özde ayni şeyi düşünüyordur . Onun için bilgi olarak her pencereden nasıl bir görüntü oluştuğunu önyargısızca bakıp bilmek faydalıdır. Ama gönül kendine hoş gelenden bakıp yürümeyi tercih eder orası da ayrı bir konu.
Nors (İskandinav) ve Sümer mitlerine bakınca;
Tanrılar görüyoruz: Başka bir yerden gelen bu tanrılar Sümer mitinde primatları kendi genleriyle harmanlayıp altın madenleri için çalışacak işçi varlıklar oluşturuyor. Bir zaman sonra bu varlıklar bilinçleri yükselerek özgürlük talep ediyorlar ve olaylar gelişiyor. Bir kısım tanrılar bu varlıkların hata olduğunu düşünüp yok etmek isterken diğerleri yaşama ve gelişme hakki tanımak istiyor. Nors mitlerinde ise; İlk tanrılar yeryüzünü inşa ettikten sonra (midgard denir orta alem=İnsanların yasadığı yerler). Orada kendi suretlerinden âdemoğlunu meydana getirirler. (Tıpkı yunan mitinde Zeus’un kendi suretinden insana şekil vermesi gibi.) Kendi kopyaları gibidir âdemler ve gelişime açıktırlar. Biraz da boylu poslulardır. Daha sonraları ise yaratımda ellerinde kalanlar ile cüce ırkını meydana getirirler. Cüceler de tıpkı âdemoğluna benzerler ancak Ademoğlundaki kapasiteleri yoktur. Yani tanrısal kapasiteye sahip değildirler. Hizmet için varlardır. Ve altın çıkarmakla görevlendirilirler. Tıpkı Sümer mitinde olduğu gibi altın ve hizmet için hizmetkâr varlıklar meydana getirirler. Ancak cüceler dar kapasiteleri ve maddeye olan hırsları nedeniyle altına düşkünleşip madenleri paylaşmak istemezler. Bencil yaklaşımları kötü niyete ve kötülüğe eğilimi de doğurur. Sümer mitinde tanrılar oluşturdukları âdem ırkı ile ilişkiye girerler ve melez ırklar ortaya çıkar. dolayısıyla genlerin karışımı baslar. Yani Nors mitindeki cüceler ile ilişkiye girilmiş olunur ve doğan nesillerde artık tanrısal cevher taşıyan genlere erişim vardır. Peşi sıra Nuh tufanının gelip her şeyi sıfırlaması da cabası olur. Evet; o tanrılar başka hikâyede devler veya nefilimler diye geçen düşmüş meleklerin ta kendisidir. (Gerçekten dev boyutunda olmadıklarını güç ve kudretlerinden ötürü veya çeviri farkından dolayı dev denildiğini de duydum, ama cücelerden uzun oldukları belli ). Cücelerin; nam-ı diğer insana benzeyen ama tanrısal cevheri olmayan varlıkların madde ve güç hırsı, birden tanrısal cevher taşıyan genlerle tanışınca işler yanlış gider ve haliyle bir formatlama gerekir(Nuh Tufanı gibi). Belki de içimizdeki Nefis savaşı oralardan kalma hastalıklı bir anlayıştır. Bu Tanrılara sonra ne oldu diye sorarsak. Yaptıkları yanlışı anladılar ve doğal seyirde ilerleyen bir gelişim olması için uzaktan izlemeye ve gözlemeye yer yer yol göstermeye başladılar diye düşünüyorum; ek olarak Kıyamet vakti geri döneceklerini de söyleyerek. Nors mitolojisinde kıyamete Ragnarok diyorlar.
Şimdi; kültürümüzdeki yecüc mecüc ve Deccali, Nors mitolojisiyle kendimce bazı benzerlikler bularak eşleştirdim. Biraz onlardan bahsedeyim.
Yecüc ve Mecüc istilacı kavimlerdir. Âdem ırkındandır ama dünyadan değiller. Âdem ırkı akledip bilinç sahibi olabilen varlıklara kâinatta verilen genel bir isimdir aynı zamanda. Yecüc kısa boylu olup 1.50 cm kadardır, Mecücler uzun boyludur. Şu anki halimize göre dev diyebiliriz onlara boyları 2 buçuk 3 metre civarında olabilir. ( Bu dediklerime kaynak veremeyeceğim, kültürümüze yerleşmiş hikâyelerden aklımda kalanları derleyerek yazıyorum). Kıyamet saati yeryüzünü istilaya ve talan etmeye gelirler ancak Hz. İsa’nın yardımı ile kurtulur dünya. Daha detaylı bilgiler nette mevcut.
Loki, niyeti pek belli olmayan, hilebazlık ve kandırmada usta olan bir tanrı, diğer tanrılarla beraber Asgard da yaşıyor. Midgard’ın üstünde Tanrıların yaşadığı üst boyuta Asgard deniyor. Midgard’ın etrafı uçsuz denizle çevrili ve denizin etrafı da Jormunngad adlı dev bir yılan tarafından çevrelenmiş. İçerdekileri dışarıya çıkarmıyor. Kısaca geçersem; Bazen tanrılara yardım eden bazen aleyhine işler yapan Loki en son tanrıları hile ile birbirine düşürüp bir kaçının ölümüne sebep olunca bunu bağlıyorlar ve derinlerde uzak bir mağarada hapsediyorlar. Ragnarok zamanı zincirlerinden kurtulup geri geleceğini de söylüyorlar.
Nors mitlerinde Ragnarok zamanı(kıyamet zamanı) geldiğinde olacak şeyler anlatılmış. Gelecek zaman kipiyle yazılmış o zamanki yazıtlar. Ama daha evvel olmuş bitmiş bir şey mi yoksa bizim henüz daha başımıza gelmemiş olan kıyamet mi orasını bilemiyorum.
Deccal; hile yapan kandıran, doğruyu yanlış - yanlışı doğru gösteren demek. Kültürümüze bakınca; ölüyü diriltmek, kurak yerleri verimli hale getirmek, verimli yerleri çöle çevirmek gibi birtakım doğaüstü güçleri olan birisi. Ek olarak Deccal, kıyamet zamanı zincirlerinden kurtulacak ve mağarasından dışarı çıkacak, tıpkı Loki’nin Ragnarok zamanı çıkacağı gibi.
Ragnarok zamanı Loki oğullarından biri olan Jormunngad’ı serbest bırakıp saldırtır. Jormunngad’ı Thor öldürür ancak zehirlenir ve bir süre sonra Thor da ölür.
Kıyamet vakti Dünyaya yecüc ve mecüc istilaya gelir, Nors mitinde kıyamet vaktinde devler( buz devleri kaya devleri gibi sınıflamaları da var) dünyaya saldırırlar. Çünkü artık etrafı çevreleyen tehlikeli bir yılan yoktur Midgarda girilebilir.
Thor ‘un elinde Mjöllnir adlı olağanüstü güçlere sahip bir çekiç vardır. Normal şartlarda Asgard'da yaşayan Tanrılar Midgard istilaya uğrayınca yardıma giderler. Thor çekicini o zaman Midgard'da yaşayan cücelere yaptırmıştır. Çünkü meslekleri gereği madencilikten iyi anlarlar. Kültürümüzdeki Zülkarneyn ise, Yecüc ve Mecüc'ün başlarına bela olan topluma yardıma gider. Onlara bana Demir ve Bakır getirerek yardım edin der. Nasıl bir şey yaptığına dair bir rivayet duymadım bizim kültürde; ancak yine madencilik ile birşeyler yaparak o zamanki Dünyamızı Yecüc ve Mecüc'ten kurtarır.
Zülkarneyn Dünyanın genelinde farklı isimlerle ün yapmış biridir. Zül-karn eyn; Karn boynuz
demektir ingilizcedeki Horn kelimesi gibi. eyn takısı birden fazla veya iki anlamını katan çoğul ekidir. Zül ise sahibi demektir. Zülkarneyn= İki Boynuz Sahibi (iki veya daha çok). burada Boynuz olarak sıfatlandırılan şeyin esasen Zaman mekan arası yolculuk yapabilmesi olarak yoruyorum. iki zaman sahibi. birden çok zamanda hareket eden( Zülkarneyn kıssalarında bikaç farklı yere seyahati vardır Güneşin battığı doğdugu yerlere gitmesi vb.)... Norslarda boynuzlu savaş miğferi de buradan geliyor olabilir mi.
******
Bize zamanında herşeyin yaratıcısı ve Tek yönetici olan Tek bir İlahtan bahsedilmişken, bu diğer tanrılar nereden çıktı. eski uygarlıklar o kadar aptal mıydı yoksa başka birşey mi anlatmak istiyorlardı. ilk olarak ne olursa olsun Tek ve Mutlak olan hep öyledir. Tek Öz Tek İlah doğru bir hakikattir. eski mitlerde yazılan Tanrılar denilenler ise genel itibariyle çok daha üst medeniyetlerle olan tanışıklıktan ibarettir. Yaratmak sadece Allaha mahsustur. Diğer her canlı ancak icat makamındadır. Yoktan var edemez. Olan metaryeller ile başka şeyler meydana getirir. ağaçlar ve taşlardan evler yapmak gibi.
Üst medeniyetler derken sadece fiziksel ve bilimsel bir üstünlükten bahsedilemez tabi. Yakın gelecekte bir çoğumuzun göreceği gibi farklı eterik boyutlarda varolan diğer bedenlerimiz veya o boyutlara erişimlerimiz ile çok daha farklı medeniyetler nasıl meydana gelir bizzat kendimiz tecrübe edeceğiz. işte bu fiziksel göz ve bedenle erişilemez olanı yapabilmek- ki en çok o kısım- düşükbilinçli varlıkların Tanrılar yanılgısına yol açandır. Bu zamanda, hala kendi zamanlarında keramet göstermiş velilerin kabirlerinden medet umanlar da görüyoruz.
Ademoğlu Kainattaki en üstün varlık değildir. Kuran'da 'Sizi yarattıklarımızın bir çoğundan üstün kıldık' yazar. Bizi üstün kılmadığı bir azınlık mevcuttur. işte bunlar yaratılışça daha üstün olan varlıklar; diğer tabirle insanın üst formudur. Kainatımız tek bir Kainat olmadığı gibi ilk olan da değildir. Daha evvelki kainatlarda insanlığın en üst sınırına varıp oradan insan üstü forma Alunluğa geçmiş olanlar veya bu kainatta bunu başarmış olanlar; şimdi bu kainatta insanlığı kemale erdirip daha da üstlere gitmek isteyenlere yardım ederken aynı zamanda bir takım görevler alırlar. Kabaca Meleklerin Allah adına işler gördüğü anlatılmıştı bize. İnsanlara secde eden meleklerden ziyade ana kainat görevlerini asıl İnsanlardan da üstün konumda olan Alunlar ve onların Melekleri üstlenir. (Alun, ali kökünden gelir. Ali yüce olan demektir; Bab-ı Ali : büyük/yüce kapı.)
Tanrılar yanılgısı bu tarz güç ve kudretlerin üç boyutlu algıdan kurtulamamış bilinçlerce yanlış yorumlanmasından ibarettir. Hiç bir Ermiş veya Peygamber tarihte Tanrı olduğunu iddia etmemiştir. çünkü değillerdir. Halk buna hazır değil diye düşünüp saklamaya çalışılacak bir durum ortada yoktur, çünkü tanrı değillerdir ( ya insan-ı Kamildirler ya da Alun). üç boyut algısından kurtulamayanlara kendilerinde olan yetenekleri Mucize olarak anlatmak zorunda kalmışlardır sadece. Üç boyut algısının anlayamadığı nokta, Tek olan İlah'tan hiç bir şeyin ayrı olmadığıdır. Herşeyin O'nun dilemesi ile olduğudur ve belli manevi yetkiler alınana kadar nefs-ego gibi kötü şeylerin çoktan eriyip gittiğidir. Kişinin iradesinin Mutlak Olan Allah ile bir olduğudur. 'Sen çıktın mı aradan, kalır seni Yaratan' diye demiştir bazı eski Veliler; ya da Bizim Yunus 'Ete kemiğe büründüm Yunus diye göründüm' demiştir. Hallac-ı Mansur EnelHakk demiştir: Ben Hakkım demektir. Firavun ise Ben Rabbinizim demiştir. aralarındaki fark şudur: Hallac, Kendisini Aradan Çıkarmış ve Kainatta olduğu gibi kendisini de Hakk'ın kuşattığını görmüştür. Kendisi diye bir kavramın olmadığını Herşeyin Hakk olduğnu La Mevcuda İllallah'ı deneyimlemiştir. Firavun ise doğrudan kendine Rabblik yakıştırmış Kendi Egosuna nefsine yormuştur. Hallac Herşey ile bir bütün olup Hak ile Hakkta iken, Firavun kendini ayrı tutmuştur.
Yazan: Yolcu
-----------------------------------------------------------------------------------
-----------------------------------------------------------------------------------
0 yorum:
Yorum Gönder