Dunyanin Sonu mu Geldi?
Artık gün geçmiyor ki gazetelerde veya haberlerde yeni bir skandal, doğal afet veya terör olayı ile güne başlamayalım. Bu gündem ne yazık ki sadece ülkemizde değil tüm dünyada yaşanıyor. Yıllarca saklanmış vahşi tecavüzler, skandal politik olaylar, gizlenmiş dosyalar, dünyadaki en tanınmış finans şirketlerinin dolandırıcı oldukları gündemden düşmüyor. Bunlar yeni mi; aslında pek çoğu eski olaylar ama artık saklı kalamıyorlar. Gün geçtikçe her şey şeffaflaşıyor, gün ışığına çıkıyor ve hiçbir şey saklanamaz hale geliyor. Yalana artık geçit yok. Bunun yanı sıra depremler, seller de cabası… Dünya annemiz de bir şeyler anlatmaya çalışıyor sanki…
Dünyadaki bu kriz bize bir şey mi anlatıyor? Yoksa sadece üst üste gelmiş tesadüfler mi olanlar?
Dünyadaki bu kriz bize bir şey mi anlatıyor? Yoksa sadece üst üste gelmiş tesadüfler mi olanlar?
Acının sesi neden gün geçtikçe artıyor? Karanlığın sesi acaba bize bir şey mi anlatmaya çalışıyor? Yoksa yine tesadüf mü?
Tesadüf değilse bu karanlığın bir bilgeliği olma ihtimali var mı? Peki, biz bu karanlığın bilgeliğine teslim olabilecek miyiz? Yolumuzu nasıl bulacağız karanlıkta? Biz bu sesi duyacak mıyız yoksa geçmişte yaptığımız gibi yok sayıp hayatımıza devam mı edeceğiz? Edebilecek miyiz gerçekten? Bu mümkün müdür? Acı buna izin verecek mi?
Bu olaylar dünyanın sonuna mı yoksa yeni bir dünyanın başlangıcına mı işaret ediyor? Hep birlikte göreceğiz; anda her şey mümkün ancak gelen tüm rehberlikler aslında yeni bir çağa geçmekte olduğumuzun haberini veriyor.
Gezegenimiz milyonlarca yıldır pek çok döngüden geçti, enerjiler yükseldi ve alçaldı. Aslında yaşam da döngülerden oluşuyor. Her an yeni bir an başlıyor ve bitiyor. Her an her şey değişiyor.
Şu anda da eski bir döngü kapanıp, yeni bir dönem başlar, der pek çok ruhani liderler ve astroloji. Bir süredir kova çağına geçtiğimiz bir dönemdeyiz. Bu ne demektir? Artık AKIL çağından çıkıp SEZGİ- HİSSETME çağına geçtiğimizin habercisidir. Bu dönem bize neyi anlatıyor? Birazdan bahsedeceğim ama tek bir cümleyle ifade etmek gerekirse BEN‘den BİR’e geçmekten bahsediyor bu dönem.
AKIL çağı yüzyıllardır düşüncelerle dünyayı hissizleştirdi. Dünya anamızın kaynaklarını tüketti ve sadece bilim ile bir yerlere gelmeye çalıştı ve sonunda düpedüz duvara çarptık. Diyeceksiniz ki aklımızı kullanmayacak mıyız… Elbette kullanacağız ama gerçeği/hakikati hissederek… Biz hissizleştik.
Bizim Olmayan Hayatlar:
Neden hissiz haldeyiz? Nasıl bu hale geldik? Bir yalan yaşıyorduk ve bu yalanla kendimizi uyuşturmuştuk. Plastikten yapılmış bir sürü sahte hayatlar… Acımızı saklamak için yarattığımız sahte maskeler… Duygularımızı yok sayıp, görmezden gelip bastırdık. Duyguları hissetmek duygusallık olarak algılandı hatta ayıplandı. Zayıflık olarak görüldü. Kendi otantik benliğini yaşayamayan bir sürü kayıp hayatlar ortaya çıktı.
İhtiyaçlarımızın karşılanması için tek yolun maddiyat olduğunu düşündük. Güç, salt para kazanmakla eş oldu. Bu yoksunluk bilinci, maneviyatı yok etti. Sadece akıl yoluyla yaşamaya başladık ve kalbin sesini hissizleştiğimiz için duyamaz hale geldik. Ve kendi gerçeğimizi unutup başkalarının gerçeğini yaşamaya başladık, yani başkaları tarafından yönetildik. Kendimize ait olmayan hayatlar yaşadık. Yürüyen robotlar haline geldik.
Gezegenimiz milyonlarca yıldır pek çok döngüden geçti, enerjiler yükseldi ve alçaldı. Aslında yaşam da döngülerden oluşuyor. Her an yeni bir an başlıyor ve bitiyor. Her an her şey değişiyor.
Şu anda da eski bir döngü kapanıp, yeni bir dönem başlar, der pek çok ruhani liderler ve astroloji. Bir süredir kova çağına geçtiğimiz bir dönemdeyiz. Bu ne demektir? Artık AKIL çağından çıkıp SEZGİ- HİSSETME çağına geçtiğimizin habercisidir. Bu dönem bize neyi anlatıyor? Birazdan bahsedeceğim ama tek bir cümleyle ifade etmek gerekirse BEN‘den BİR’e geçmekten bahsediyor bu dönem.
AKIL çağı yüzyıllardır düşüncelerle dünyayı hissizleştirdi. Dünya anamızın kaynaklarını tüketti ve sadece bilim ile bir yerlere gelmeye çalıştı ve sonunda düpedüz duvara çarptık. Diyeceksiniz ki aklımızı kullanmayacak mıyız… Elbette kullanacağız ama gerçeği/hakikati hissederek… Biz hissizleştik.
Bizim Olmayan Hayatlar:
Neden hissiz haldeyiz? Nasıl bu hale geldik? Bir yalan yaşıyorduk ve bu yalanla kendimizi uyuşturmuştuk. Plastikten yapılmış bir sürü sahte hayatlar… Acımızı saklamak için yarattığımız sahte maskeler… Duygularımızı yok sayıp, görmezden gelip bastırdık. Duyguları hissetmek duygusallık olarak algılandı hatta ayıplandı. Zayıflık olarak görüldü. Kendi otantik benliğini yaşayamayan bir sürü kayıp hayatlar ortaya çıktı.
İhtiyaçlarımızın karşılanması için tek yolun maddiyat olduğunu düşündük. Güç, salt para kazanmakla eş oldu. Bu yoksunluk bilinci, maneviyatı yok etti. Sadece akıl yoluyla yaşamaya başladık ve kalbin sesini hissizleştiğimiz için duyamaz hale geldik. Ve kendi gerçeğimizi unutup başkalarının gerçeğini yaşamaya başladık, yani başkaları tarafından yönetildik. Kendimize ait olmayan hayatlar yaşadık. Yürüyen robotlar haline geldik.
Ilahi Disilin Uyanisi:
Dünyanın bu hale gelmesinin tek sorumlusu biziz, oysa ki şimdi de başkalarını suçlamaktayız. Uzun süredir bu kurban rolünü oynamaktayız.
Bir yandan da kendi gerçeğimizi kendimizin yarattığına da uyanmaktayız. Bu dönem UYANIŞ dönemidir. İLAHİ DİŞİL’in uyanışı… Yani SEVGİ’nin… Gel gitlerin olması doğaldır. Bu bir süreç ve sabır gerektiriyor. Yolumuzu artık SEZGİLERİMİZLE bulacağız ama bu özelliği uzun süredir kullanmıyoruz.
Kaos gibi gözüken de aslında gerçek bir temizlik. Derin bir gezegensel dönüşümün zirvesindeyiz. Bunu pek çok kişi artık hissiz hale geldiği için felaket olarak görmekte. Ancak bu bir dönüşümdür.
Diyeceksiniz ki nasıl nefret, ayrımcılık, ötekicilik bakış açılarını sevebiliriz? Tecavüzcüyü nasıl kabul ederiz? Yolsuzluğu, kontrolsüz güç gösterilerini? Politikacıların yalanlarını?
Peki ya bunlar bizim gölgelerimiz, yani göremediğimiz ve farkında olmadığımız parçalarımızsa? Ya bizlerin kolektifin bir yansımasıysa?
“Açı doyurduğumda, hakareti affettiğimde, düşmanımı sevdiğimde, bunlar güzel erdemler. Fakat ya dilencinin en fakirinin ve suçluların en gaddarının kendi içimde olduğunu görürsem!.. Ya şefkatime en muhtaç kişinin ve en azılı düşmanımın kendim olduğunu fark edersem! O zaman!…” Carl Gustav Jung
Acinin Icinden Gecerek Isiga..
İnkar ettiğimiz her parçamız olumsuz düşünceler şeklinde etkilerini sürdürmeye devam ederler. Bu yüzden geçmiş deneyimlerimizle yüzleşmemiz ışığa uzanan yoldur. Maalesef acıdan kaçarak değil acının içinden geçerek ışığa kavuşabiliyoruz. Acıyı yok sayarak, görmezden gelerek yaşamak depresyon ve pek çok hastalığa, ayrıca dünyadaki bu kaosa sebep olmaktadır. Dönem kendi karanlığımızla yüzleşme zamanıdır. Bunlar bende yok, başkalarının suçu deme zamanı eski bilinci temsil etmektedir. Bizler görünmez bağlarla birbirimize bağlıyız ve kolektif bilinçte bulunan tüm bu yansımalar hepimize aittir. Kimileri atalarımızdan gelmiştir kimisi daha da geçmişten.
Dışarıyı suçlayarak kurban rolünü seçmeye devam edemeyiz. Gezegenin genel çöküşünün sorumlusu biziz. Mutluluğu hep dışarıda aradık. Hep dışarıyı suçladık ve savaş bu yüzden başladı. “BEN biliyorum”dan başladı. Bizim acımız buradan doğmaktadır. Kişisel sorumluluk ancak yeterince olgun olanlar için mümkündür. Kendimizi olumsuz durumlarda bulduğumuz zaman bunları kendimizin yarattığını kabul etmekle başlayan bir süreçtir.
Savas, Kontrolsuz Erilden:
Bizler eril ve dişilin dengesinden oluşuyoruz. Eril ve dişil her erkekte ve her kadında mevcuttur. Bütünlük sadece dengede olduğu zaman gerçekleşir. Eril analitik düşünce, sonuç odaklı, analizci, bir yol takip eden, inisiyatif alan, avlayan, analitik, doğrusal, matematiksel, nüfuz edici olan olup, sol beynimizin fonksiyonları ile ilişkilidir. Erilin diğer tanımları güneş, animus, aktif, Yang, Şiva’dır.
Dişil taraf ise hisler, yaratıcılık, özgürlük, kabullenme, yumuşaklık, güven, izin verme, süreç odaklı, üretme, akışta olan olup, değişime yatkın, sağ beynin fonksiyonlarıyla ilişkilidir. Dişilin ay, alıcı, anima, Yin, Shakti gibi tanımları da vardır.
Bir iç mimarın, kadın veya erkek fark etmez, yaratıcılığı dişil tarafından, bunu harekete geçirip eyleme koyması ise eril tarafından gelir. Veya bir toplantıda proje yaratmak dişil tarafımızın, projeyi eyleme koymak eril tarafımızın işidir.
Savaş ve sömürgecilik, kontrolsüz erilin göstergesidir ve altında pek çok korku barındırır.
Kocasından dayak yiyen bir kadının buna rıza göstermesi de bastırılmış dişilin dengesiz bir özelliğidir. Dayak atan adam ise yine dengesiz erili temsil etmektedir ve yoksunluk bilinciyle ilişkilidir. İkisi de geçmişte yaşadığı sevgisiz deneyimleri yansıtmaktadır.
Tüm bu kaos, yeni dünya enerjisi olan ilahi dişile dirençten kaynaklanmaktadır ve altında pek çok korku barındırır.
Sakinles ve Icine Don:
Bir yandan da kendi gerçeğimizi kendimizin yarattığına da uyanmaktayız. Bu dönem UYANIŞ dönemidir. İLAHİ DİŞİL’in uyanışı… Yani SEVGİ’nin… Gel gitlerin olması doğaldır. Bu bir süreç ve sabır gerektiriyor. Yolumuzu artık SEZGİLERİMİZLE bulacağız ama bu özelliği uzun süredir kullanmıyoruz.
Kaos gibi gözüken de aslında gerçek bir temizlik. Derin bir gezegensel dönüşümün zirvesindeyiz. Bunu pek çok kişi artık hissiz hale geldiği için felaket olarak görmekte. Ancak bu bir dönüşümdür.
Diyeceksiniz ki nasıl nefret, ayrımcılık, ötekicilik bakış açılarını sevebiliriz? Tecavüzcüyü nasıl kabul ederiz? Yolsuzluğu, kontrolsüz güç gösterilerini? Politikacıların yalanlarını?
Peki ya bunlar bizim gölgelerimiz, yani göremediğimiz ve farkında olmadığımız parçalarımızsa? Ya bizlerin kolektifin bir yansımasıysa?
“Açı doyurduğumda, hakareti affettiğimde, düşmanımı sevdiğimde, bunlar güzel erdemler. Fakat ya dilencinin en fakirinin ve suçluların en gaddarının kendi içimde olduğunu görürsem!.. Ya şefkatime en muhtaç kişinin ve en azılı düşmanımın kendim olduğunu fark edersem! O zaman!…” Carl Gustav Jung
Acinin Icinden Gecerek Isiga..
İnkar ettiğimiz her parçamız olumsuz düşünceler şeklinde etkilerini sürdürmeye devam ederler. Bu yüzden geçmiş deneyimlerimizle yüzleşmemiz ışığa uzanan yoldur. Maalesef acıdan kaçarak değil acının içinden geçerek ışığa kavuşabiliyoruz. Acıyı yok sayarak, görmezden gelerek yaşamak depresyon ve pek çok hastalığa, ayrıca dünyadaki bu kaosa sebep olmaktadır. Dönem kendi karanlığımızla yüzleşme zamanıdır. Bunlar bende yok, başkalarının suçu deme zamanı eski bilinci temsil etmektedir. Bizler görünmez bağlarla birbirimize bağlıyız ve kolektif bilinçte bulunan tüm bu yansımalar hepimize aittir. Kimileri atalarımızdan gelmiştir kimisi daha da geçmişten.
Dışarıyı suçlayarak kurban rolünü seçmeye devam edemeyiz. Gezegenin genel çöküşünün sorumlusu biziz. Mutluluğu hep dışarıda aradık. Hep dışarıyı suçladık ve savaş bu yüzden başladı. “BEN biliyorum”dan başladı. Bizim acımız buradan doğmaktadır. Kişisel sorumluluk ancak yeterince olgun olanlar için mümkündür. Kendimizi olumsuz durumlarda bulduğumuz zaman bunları kendimizin yarattığını kabul etmekle başlayan bir süreçtir.
Savas, Kontrolsuz Erilden:
Bizler eril ve dişilin dengesinden oluşuyoruz. Eril ve dişil her erkekte ve her kadında mevcuttur. Bütünlük sadece dengede olduğu zaman gerçekleşir. Eril analitik düşünce, sonuç odaklı, analizci, bir yol takip eden, inisiyatif alan, avlayan, analitik, doğrusal, matematiksel, nüfuz edici olan olup, sol beynimizin fonksiyonları ile ilişkilidir. Erilin diğer tanımları güneş, animus, aktif, Yang, Şiva’dır.
Dişil taraf ise hisler, yaratıcılık, özgürlük, kabullenme, yumuşaklık, güven, izin verme, süreç odaklı, üretme, akışta olan olup, değişime yatkın, sağ beynin fonksiyonlarıyla ilişkilidir. Dişilin ay, alıcı, anima, Yin, Shakti gibi tanımları da vardır.
Bir iç mimarın, kadın veya erkek fark etmez, yaratıcılığı dişil tarafından, bunu harekete geçirip eyleme koyması ise eril tarafından gelir. Veya bir toplantıda proje yaratmak dişil tarafımızın, projeyi eyleme koymak eril tarafımızın işidir.
Savaş ve sömürgecilik, kontrolsüz erilin göstergesidir ve altında pek çok korku barındırır.
Kocasından dayak yiyen bir kadının buna rıza göstermesi de bastırılmış dişilin dengesiz bir özelliğidir. Dayak atan adam ise yine dengesiz erili temsil etmektedir ve yoksunluk bilinciyle ilişkilidir. İkisi de geçmişte yaşadığı sevgisiz deneyimleri yansıtmaktadır.
Tüm bu kaos, yeni dünya enerjisi olan ilahi dişile dirençten kaynaklanmaktadır ve altında pek çok korku barındırır.
Sakinles ve Icine Don:
Karanlıktan ışık doğar. Acı yoluyla ruhumuzun amacına dair farkındalığa ulaşabiliriz.
Peki şimdi maneviyatı yükseltmek için ne gerekiyor? Birliği deneyimleyebilmek için yaralarımızı sarmalamak gerekmektedir; kendimizi işe yaramayan davranış kalıplarından özgürleştirip duygusal bedenimizi güçlendirmemiz gerekmektedir. Bu nasıl olacak… Sakinleşip içimize dönerek… Bunun için artık pek çok yol ve yöntem var. Sadece bir adım atmak gerekiyor.
Tüm dünyada kadın yürüyüşleri, kadın hareketleri başlamıştır. Pek çok ruhani lider yıllar önce bu dönem için kadınların çok önemli bir rol üstleneceğini görmüştür. Artık kadınlar ses vermektedir. Sesimizi çıkaracağız ama gücümüzü sevgiden alarak.
“Günışığı kadar net görüyorum; insanlığı daha üst bir tekâmüle taşımanın liderliğini kadınların yapacağı saat geliyor.” Hz. İnayet Han (1882-1927)
Kadınlar rahimlerine indiği zaman erkekler de kalplerine ineceklerdir. Bunu da başka bir yazıda paylaşacağım.
Yazan: Seda Rodop Soran' a bu guzel yazi icin tesekkurler!
Alinti: http://www.kadinbu.com/dunyanin-sonu-mu-geldi/
0 yorum:
Yorum Gönder